PINAŞİ, PİNYAŞİ AŞİRETİ

Araştırma 1 :

Ünlü Kürt tarihçisi Muhammed Emin Zeki Beg'e göre , yaklaşık 1200 aileden oluşan ve yerleşik hayat süren bu büyük  aşiretin diğer bir kısmıda göçebedir.

Bazı  Pinyaşi büyüklerinin ifadelerine  göre , Pinyaşiler Hz.Muhammed(SAV) Efendimizin sahabelerinden Hz.Halid Bin Velid'in soyundan olduğu yönünde  iddialar ortaya atılmıştır. Bu tezlerin doğruluk payı tartışılır.. Çünkü Hz. Halit'in oğlunun bir savaşta şehit düştüğü, ve diğer kalan  aile fertlerinin tamamının  veba hastalığından öldükleri ve günümüze soyundan kimsenin  kalmadığı, aslında Hz. Halit'in Arap veya Seyit olmayıp, Hakkari kürtlerinden olduğu bir çok kaynakta açık şekilde anlatılmaktadır. 

Bu aşiretin bir çok kolu vardır. Bunlar Zeydan, Barkeşan, Kenarberoj, Soretawan, Bılican, Celi, Goşi,Şuwelan, Musanan ve Küçük Pinyaşi boylarıdır. Urmiyenin doğusunda yaşarlar.
merkezi hakkari, yüksekova olmak üzere, Van, Doğubeyazıt, Diyadin, Muş bulanık ve patnosta yaşarlar, Nüfus oranları 100 bin cıvarında olduğu tahmin edilmektedir
Hertoşi aşireti gibi onlarda Xana Mezin denilen büyük oluşumdan gelmektedir. Hertoşilerle beraber hakkari yöresinin en kadim ve büyük aşiretlerindendir, Sunni ve Şafii mezhebine bağlı olup, tarih boyunca önemli şahsiyetler yetiştirmiştir

Yavuz sultan Selimin Şah İsmail'i yenerek   Kürdistanı Osmanlaı topraklarına katarken, Pinyaşilerin yaşadığı Hakkari ve Van bölgelerini  bazı eyaletlere bölmüştü. Van  ilinin  37 sancağa ve direkt olarak Padişaha bağlı  4 milli hükümete ayırmıştı. Bu hükümetler; Hakkari Hükümeti, Bitlis  Hükümeti ,Mahmudiyan Hükümeti ve Pinyaşi hükümeti idi. Bu hükümet Mahmudiyan Hükümetinin yakınlarında kurulmuş olup, daimi olarak 6.000 silahlı ve oldukça cesur savaşçıları olan  orduya sahipti.(Evliya Çelebi: C.4 S.178)
aşiret 1915 öncesi musul civarlarında kışlarken, tehcirle birlikte kuzeye hareketle ermenilerden boşaltılan alanları sahiplenerek bugünkü yerleşim yerlerine yayılmışlardır. 

Pinyanişîlerde şafiliğin daha katı uygulandığı bir geleneksel hayat mevcuttur, Pinyanişîlerin din adamları genelde ilmi seven bir aşiret olmaları sebebiyle kendi içlerinden yetişmiş; Cizre ve Doğubeyazıt’taki medreselerde birçok başka dersin yanında Kuran makamlarını da öğrenen feqîler [medrese öğrencileri] mela olarak kendi bölgelerine döndükten sonra yas törenleri, mevlitler ve kandillerde dini müzikler söyleyerek sanatlarını icra etmişlerdir. Pinyanişîlerde medîhaların [dinî methiyeler] halkın çoğu tarafından bilinmesi; cenaze sırasında ya da sonrasında okunan duaların şarkı formuna dönüşmesi; düğün şarkılarının içeriğinde daha çok Hz. Muhammed’in, sahabesinin ve Hz. Ali’nin cenklerine dair temaların olması zengin bir dinî müzik geleneği yaratılmasında etkili olmuştur
Genelde Yönetimleri de farklılık gösteren bu topluluklardan Pinyanişîlerde herhangi bir anlaşmazlıkta çözüm yolu şeriat hukuku, çözücü adres ise meladır, yada yasal yollardır
Pinyanişîlerin kullandığı Kurmancî lehçesi Bahdinan ağzına daha yakındır, Pinyanişî aşiretinin düğün merasimleri, şarkı söyleme ve dans etme aşamaları dışında diğer aşiretler ile  birbirine oldukça yakındır. Pinyanişîlerde dinen günah sayılan ve bu nedenle düğünlerinde de görülmeyen kadın ve erkeklerin bir arada oynadıkları danslar ve söyledikleri şarkılara ‘cergebez’ denir,
Özellikle Diyadinin caneqız, Muşun Bulanık ilçesinin Kırkgöze(Kekeli) köyünde yaşayan pinyaşiler oldukça mülayim ve komşuları ile iyi ilişkiler içinde yaşayan bir görüntü vermektedirler, Bulanıktaki Pinyaşilerin soyadları  Kartal ve  Güvercindir,
Pinyaşi aşireti Sultan Abulhamitin kurmuş olduğu Hamidiye Alaylarına, Hakkari livasında  150 Piyade ve 400 Süvari olmak üzere 550 kişi ile  fiilen destek vermişlerdir. 
 Derleme:Memedé Kazım 


ARAŞTIRMA  2 :

Yörede, Bürikan, Küresinler ve Ertusi’lerden sonra dördüncü asireti teskil ederler.Pinyanişiler, Van merkezine 13 km. uzaklıkta bulunan takriben 200 hanelik bir köy olan Elmalık köyünde yaşıyorlar.. 1915 öncesi, köyün bir kısmı Ermeni, bir kısmı da Pinyanişilerin yasadıgı bir yerleşim yeridir. Türkdogan’a göre asiretin ileri gelenlerinden Ahmet Koç, kırk yaslarında, tahsilli olmamakla beraber, köklerini arayan bir genç durumundadır. Onun İfadelerine göre Orta Asya’dan gelen asiret: önce Musul’a, sonra da dedesi Seyh Ahmet Baskale’nin Pizan köyüne yerlesmis, ondan sonra da kol olarak, Hakkari (Yüksekova) ve Van’a (Baskale) yerlesmislerdir. Pinyanisi aşiretinin mensubu 100 bin kisi civarındadır. Biri Hakkari, öteki de Yüksekova’dan olmak üzere asiret iki milletvekilini (Zeydanlar ve Mikail Elçi) parlamentoya yollamıslar.


Kaynak:
ERCİİYES ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN MİLLİ
MÜCADELE DÖNEMİNDE DOGU ANADOLU VE
GÜNEYDOGU ANADOLU’DAKi ASİRETLERE
YÖNELİİK SİYASETİ

TEZİ HAZIRLAYAN
CENGİZ KARTIN


Araştırma 3

Pinaşi ve Hertoşiler üzerine Bir araştırma:

Aslında Ertuşi ve Pinyanişi aşiret konfederasyonlarının kökü yer adlarına dayandırılır.
Görüşülen kişilerin belirttiklerine göre, Çukurca ilçe merkezine yakın olan Ertuş ve Pinyaniş adında iki köy bulunmaktadır. Ve Hakkari bölgesindeki aşiretlerin çoğunun kaynağının bu iki köy olduğu kabul edilmektedir. Hatta Ertuşi Konfederasyonu’nu oluşturan aşiretlerin çoğunun kurucularının kardeş oldukları ve Ertuş köyünden dışarıya yayıldıkları görüşü yörede oldukça yaygındır.
Hakkari’ye adını veren “Hakkar Aşireti”nin bugün de yaşamlarını sürdüren (o zaman oymak olan) Pinyanişi ve Ertuşi aşiretlerinin birleşmesinden meydana gelmiş büyük bir boy olduğu ileri sürülür. 639 yılında bölgeye gelen ilk üslüman-Arap birliklerinin, Habur ve Yukarı Zap başlarında yerleşmiş olarak gördükleri Akar boyundan dolayı bu yörenin adı “Hakkariyye” diye anılmaya başlanmıştır (İl Yıllığı, 1994: 33). Bu görüşe göre Ertuşi ve Pinyanişi konfederasyonları eskiden tek bir aşiretti. Tabi bunu doğrulamak oldukça zordur.
Hakkari bölgesinde Ertuşi ve Pinyanişi olmak üzere iki aşiret konfederasyonu
bulunmaktadır. Bunlardan Ertuşi sol kanat (baske çep), Pinyanişi sağ kanat (baske rast) olarak kabul edilir. Hakkari’deki bu iki konfederasyonun sağ ve sol olarak adlandırılması Hakkari Emirliği dönemindeki mirlerin politikalarından kaynaklandığı söylenir. M. van Bruinessen Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Hakkari Emirliği’ndeki aşiret konfederasyonlarının bu ikili (sağ ve sol) özelliğine dikkat çekmiştir. Sağdakiler miri desteklerken, soldakiler mire kaşıydı. Dolayısıyla Hakkari Emirliği’nde aşiretler sağdakiler ve soldakiler olmak üzere iki gruba ayrılmıştı. Her grubun ortasında da batıda Ertuşi, doğuda Pinyanişi olmak üzere iki konfederasyon bulunuyordu. Bu konfederasyonların arasında ya da çevresinde yaşayan diğer küçük aşiretler de bu iki konfederasyondan birine
dahil edilerek sınıflandırılıyordu. Bu sınıflandırma sadece emirliğin merkezi olan Hakkari ile sınırlı kalmayıp emirliğin tüm bölge ve şehirlerinde de mevcuttu. Tabii ki sadece mir bu sınıflandırmanın dışında kalıyordu ve bir tarafı diğerine karşı kullanarak yönetimini sürdürüyordu ( Bruinessen, 2003: 124).
Şeref Han’ın Hakkari Mirleri’nin hayatını da anlattığı Şerefname adlı eserinde
verdiği bilgiye göre, Hakkari mirlerinden Zahid Bey, Pinyanişilerin desteği sayesinde kardeşinin oğlu Zeynel Bey’i yenilgiye uğratarak Hakkari Miri olmuştur (a.g.e.: 85).
Kaynak:Kısmen :
Ferhat Tekin

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI
Yüksek Lisans Tezi

Araştırma 4:

Uluslararası Tarihte Hakkari Semposyumu
PINYANIŞ HÜKÜMETİ
Arş. Gör. Yaşar KAPLAN

Özet

Osmanlı ve Safevi Devletlerinin karşı karşıya geldiği XVI. yy’nın başlarından itibaren Hakkâri bölgesindeki sınır boylarında bulunan; Somay, Selmas, Serelbak bölgelerinde Hakkâri aşiretlerinden olan Pınyanışiler, Şahkulu Oğulları (Şaqıliyê Bılêli) öncülüğünde; bazen yurtluk- ocaklık bazen de hükümet statüsünde bir beylik kurmuşlardır. XIX. yy’ın başlarına kadar varlığını devam ettiren bu beylik daha çok Osmanlı’dan yana olmak üzere bazen de İran tarafına da tabi olmuştur. Osmanlı- İran savaşları esnasında varlığını etkin olarak hissettiren bu beylik, diğer komşu Kürt beyleri ile de çok yönlü bir ilişki içerisine girmiştir. Bölge tarihi ile ilgili eserlerde çok az işaret edilen bu beyliği geniş bir biçimde tanıtmaya çalışacağız. Bu çalışmamızda; Osmanlı kaynakları, Safevi kaynakları ve Kürt tarihi kaynaklarından olabildiğince istifade edilmeye çalışılmıştır. Konunun iyi anlaşılması ve bilgilerin yerli yerine oturması için Pınyanışi tarihi ile beraber konumuzla ilgili Osmanlı, İran ve Hakkâri Beyliği tarihi de belli bir kronoloji çerçevesinde ele alınmıştır.

Uluslararası Tarihte Hakkari Semposyumu
PINYANIŞ HÜKÜMETİ
Arş. Gör. Yaşar KAPLAN

Özet
Osmanlı ve Safevi Devletlerinin karşı karşıya geldiği XVI. yy’nın başlarından itibaren Hakkâri bölgesindeki sınır boylarında bulunan; Somay, Selmas, Serelbak bölgelerinde Hakkâri aşiretlerinden olan Pınyanışiler, Şahkulu Oğulları (Şaqıliyê Bılêli) öncülüğünde; bazen yurtluk- ocaklık bazen de hükümet statüsünde bir beylik kurmuşlardır. XIX. yy’ın başlarına kadar varlığını devam ettiren bu beylik daha çok Osmanlı’dan yana olmak üzere bazen de İran tarafına da tabi olmuştur. Osmanlı- İran savaşları esnasında varlığını etkin olarak hissettiren bu beylik, diğer komşu Kürt beyleri ile de çok yönlü bir ilişki içerisine girmiştir. Bölge tarihi ile ilgili eserlerde çok az işaret edilen bu beyliği geniş bir biçimde tanıtmaya çalışacağız. Bu çalışmamızda; Osmanlı kaynakları, Safevi kaynakları ve Kürt tarihi kaynaklarından olabildiğince istifade edilmeye çalışılmıştır. Konunun iyi anlaşılması ve bilgilerin yerli yerine oturması için Pınyanışi tarihi ile beraber konumuzla ilgili Osmanlı, İran ve Hakkâri Beyliği tarihi de belli bir kronoloji çerçevesinde ele alınmıştır.

Giriş

Musul’un kuzeyinden Van gölü kıyılarına, Şırnak’ın doğusundan Urmiye Gölüne kadar geniş bir coğrafyaya tekabül eden Hakkâri bölgesi ismini Hakkâri aşiretinden almaktadır. XIII. yy’ın başlarına kadar Amêdiye ve Duhok bölgelerinde etkinliğini sürdüren bu aşiret Zengilerin baskıları sonucu merkezi Culemêrg2 olan kuzey taraflarına çekilmeye başladı. XIII. yy’ın ikinci yarısından sonra Culemêrgi başkent edinerek yeni bir beylik kurdu.

Bu beyliğin kurulması ile beraber kadim Hakkâri aşireti çeşitli aşiretlere bölündü. Bu kadim Hakkâri aşireti Pınyanış ve Ertoş isminde iki bölüme ayrıldı. Biz bu çalışmamızda esas olarak bu bölünme sonrası ortaya çıkan Pınyanış aşiretinin Somay, Selmas ve Serelbak bölgelerinde kurmuş olduğu ve Pınyanış Hükümeti olarak tarihe geçen kısmını ele alacağız.
Pınyanış; kelime olarak “bınyad- nış” kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuştur. “bınyad” “temel, esas” anlamına gelen isim “nış” ise “oturmak”, “meskûn olmak “ anlamına gelen Kürtçe bir fiildir. Dolayısıyla Pınyanış “esas meskûn olanlar” anlamına gelmektedir. Ertoş ise “her- toş” ya da “erd- toş” kelimelerinden oluşmaktadır. “Her” bildiğimiz şekli ile “hep”, “erd” ise “yer” anlamına gelirken “toş”; “haşin, sert, heybetli” manalarına gelmektedir. Bu şekilde Ertoş; “haşin, sert, heybetli kişi” ya da “haşin, sert, heybetli yer” anlamına gelmektedir. Pınyanış ve Ertoş bugün Çukurca ilçesinde yan yana bulunan iki köydür. Bu iki köy küçük bir tepe ile ayrılmaktadır. Pınyanış bölgesinin merkezi Bılêcan (Kavuşak) köyü Culemêrg: Şimdiki Hakkâri şehir merkezi. 

Ertoş köyü ise altı mahalleden oluşup Uzundere ismi ile bilinmektedir. Pınyanış aşireti esas olarak; Bılêcan, Baqoşan, Musan, Zêdan, Kizan ve Çeman olmak üzere altı kabileye ayrılmaktadır. Ertoş aşireti ise irili ufaklı on altı alt aşirete ayrılmaktadır. Bılêcan köyünde, Bılêl Kalesi (Kela Bılêlan); Ertoş yakınında ise Bêrgızê Kalesi (Kela Bêrgızê) isimli çok eski iki kale bulunmaktadır.
Hakkâri aşiretinin kuzeye çekilmesi ve Culemêrg merkezli yeni bir beylik kurması ile beraber Hakkâri bölgesinin kuzey batı bölgesi olan Gever (Yüksekova), Elbak (Başkale), Somay, Selmas bölgeleri, özellikle XIII. yy’ın ikinci yarısından Safevi Devletinin kurulduğu XV. yy’ın sonlarına kadar Moğol ve Türkmen kökenli İlhanlılar, Karakoyunlular ve Akkoyunlular gibi devletlerin istilalarına açık hale gelmiştir. Hakkâri Beyleri, istilaya açık bu bölgeyi saldırılara karşı korumak ve Hakkâri beylerinin elinde bulunan Van ve Westan (Gevaş) kalelerinin takviye etmek için Hakkâri aşiretlerinden Pınyanışi ve Hanileri (Xani Aşireti) adı geçen bölgelere yerleştirmeye başladıklarını tahmin ediyoruz. XVI. yy’ın ikinci yarısından itibaren Osmanlı ve Safevi çekişmesinin de bölgede başlaması ile beraber genel olarak Osmanlı Devletinden yana tavır takınan ve buna mukabil Hükümet ve Yurtluk- Ocaklık statüsü elde eden Kürt Beylikleri Osmanlı ve Safevi sınırları boyunca uzanmışlar ve bu kanlı çatışmalara katılmak zorunda kalmışlardır. İşte bu çekişme esnasında Hakkâri’den Doğubeyazıt bölgesine kadar olan Osmanlı- İran sınırı üzerinde Hakkâri ve Mahmudi Beyliği ile beraber özellikle Pınyanışiler ve Xaniler geniş bir etkinlik alanı kurmuşlardır. XVI. yy’ın ikinci yarısından XIX. yy’ın başlarına kadar Pınyanışiler, Bılêlan ailesinin öncülüğünde kâh Hükümet kâh Ocaklık şeklinde Somay, Selmas ve Serelbak bölgesinde bir beylik kurmuşlardır.

Pınyanışiler, esas bölgeleri olan Çukurca’ya bağlı Bılêcan köyünden kuzey ve güney yönünde yukarıda saydığımız sebebe ek olarak; nüfus artışı ve doğal afetlerin sebep olduğu birçok göç hareketi gerçekleştirmiştir. Özellikle Gever, Başkale, Somay, Serelbak, Selmas, Saray, Çaldıran, Diyadin ve Doğubeyazıt bölgelerine göç etmişlerdir. Fakat zamanla bu hattın batı tarafı olan Erciş, Patnos ve Bulanık bölgelerine de göç etmişlerdir. Nitekim Şerefname’de Şerefhan, bizlere şu bilgileri aktarmaktadır: “Rivayet edenlere göre Hizan hükümdarlarının aslı Hınıs’a bağlı Bılêcan nahiyesindendir. Anlaşıldığına göre bunların ilk ataları Bılêcan’a vardıkları zaman ileri gelen ve itibarlı kimselerdi; bu nedenle Bılêcan Kalesini ele geçirmeyi başardılar. Sonra onlardan üç zeki kardeş ortaya çıktı. Adları Dıl, Bıl ve Bılêc idi. Bunlar Hizan tarafına gittiler ve bu vilayeti kılıç zoruyla ele geçirerek üç parçaya böldüler. Büyük kardeş Hizan’ı, ortanca kardeş Müküs (Bahçesaray) nahiyesini, küçük kardeş de Isbayerd nahiyesini aldı.”

Ayrıca Şerefhan Hizan beylerinden Melik Halil b. Sultan Ahmed’den bahsederken “kendisi yönetim işlerinde ihmalkârdı ve işlerin dizgini Bılêlan aşiretinden Abdal Ağa denilen bir kişinin eline bırakarak hükümdarlığın adıyla ve kendisine sağladığı geçimle yetinirdi”demektedir. Şerefhan’ın aktardığı bu bilgiler Osmanlı belgeleri tarafından da desteklenmektedir. 1556 tarihinde Hınıs sancağı; birisi Bılêcan olmak üzere dokuz nahiyeden oluşmaktadır.

Bılêcan nahiyesi şu an Muş ili Bulanık ilçesi sınırları içerinde olup Bilican denilen dağın civarındadır. Kazan Gölü ve Nazik Göl arasında bulunan Bilican dağ silsilesinin etrafındaki köylerde meskun olan Pınyanışiler kendilerini “Pınaşi” olarak tanıtmakta ve aslen Hakkâri taraflarından geldiklerini anlatmaktadırlar.

Pınyanışiler güney yönünde ise bugün Irak sınırları içerisinde olan Zêbar, Nêrwe, Şêrwan ve Guli mıntıkalarına göç etmişlerdir.

BILÊLANLI ŞAHKULU (ŞAQILÎYÊ BILÊLÎ)

Pınyanış Aşireti, XVI. yy’nın başlarından itibaren Bılêlan ailesi önderliğinde bir beylik kurmuşlardır. Bu ailenin bilinen ilk lideri Şahkulu Bey’dir. Bilindiği gibi Van’ın 1548 yılında Osmanlılarca alınması ile beraber Hakkâri bölgesi de Osmanlı Devletine bağlılığını ilan etmiştir. Hakkâri Bey’i Zahid Bey öldüğünde ülkesini iki oğlu arasında paylaştırmıştı. Melik Bey Hakkâri’deki Bay Kalesinde, Seyyid Muhammed Bey ise Westan (Gevaş) Kalesinde yönetimi ele geçirdi. Melik Bey’in oğlu Zeynel Bey babasına isyan ederek Bay kalesini ele geçirdi. Melik Bey oradan kaçarak önce kardeşi Seyyid Muhammed’e ardından da Bitlis beylerine sığındı. Seyyid Muhammed, Bay kalesini ele geçiren Zeynel Bey’i ortadan kaldırmak için Pınyanışi aşireti ve Şahkulu Bey’den yardım talep etti. Daha sonra bu kuvvetlerle Bay Kalesini aldı. Zeynel Bey, Amêdiye Bey’i Sultan Hüseyin’e sığındı.8 Hakkâri bölgesini tamamen kendi yönetimine alan Seyyid Muhammed Bey ve Oğlu Yakup Bey, Van Beylerbeyi olan İskender Paşa’nın hışmına uğradılar. Asitane nezdinde teşebbüste bulunarak Hakkâri eyaletinin Zeynel Bey’e verilmesi ve Seyyid Muhammed Bey’in öldürülmesini emreden bir hüküm çıkarttı. Bu hükme binaen Seyyid Muhammed Bey zorla Van’a getirilerek hapsedilmiştir. Oğlu Yakup Bey ise destek istemek maksadıyla Şahkulu Bey’e sığındı. Bunun üzerine İskender Paşa, Yakup Bey’in yakalanması için bütün bu fitnelere sebep Olan Mahmudi (Hoşap) Bey’i Hasan Bey’i, Yakup Bey’in yakalanması ile görevlendirdi. Şahkulu Bey ve Mahmudanlı Hasan Bey aralarında var olan sevgi ve akrabalık bağlarına binaen Yakup Bey’in Van Beylerbeyine teslim edilmesinde anlaştılar. İkisi birlikte Yakup Bey’i alarak Van’a getirdiler. İskender Paşa da Seyyid Muhammed ve Yakup Bey’i öldürdü. (1551)9 Bütün bu aktarılanlardan Şahkulu Bey’in bölgede oldukça etkin birisi olduğu anlaşılmaktadır.

Şahkulu Bey ile Zeynel Bey; Şahkulu Bey’in Zeynel Bey’e karşı Seyyid Muhammed Bey’i desteklemesi, Zeynel Bey’e karşı olan Hakkâri beyzadelerini desteklemesi ve Şahkulu Bey’in etkinlik alanlarından birisi olan Selmas üzerinde Zeynel Bey’in de hak iddia etmesi gibi gerekçelerle birçok kez karşı karşıya gelmişlerdir. Zeynel Bey’in Hakkâri hakimi olarak tanınması ile beraber 6 Cumade’l- evvel 959 (1551-1552) tarihli Şahkulu Bey, Zeynel Bey ve Sultan Hüseyin’e gönderilen hükümlerde üçünün eski hukuka riayet ederek birbirleriyle ittifak halinde olmaları ve sınır boylarının korunmasına gereken önemi vermeleri istenmektedir. Şahkulu Bey’e gönderilen hükümde şöyle denilmektedir: “Selmasi sancağı Bey’i Behaneşin (Pınyanışi) Şahkulu Bey’e hüküm ki haliya Hakkâri sancağı Bey’i Zeynel Bey astane-i saadet ma’aba elkab ile müsteid olup senin yararlığın ve ol caniblerde vakı olan cumhur umurda sa’yı meşkur ve cehd-i vufurun zuhura geldügün vakı arz eyledi …. Her veçhile diyaneti İslamın ve dini mubini hususunda geyred ve ihtimamın ilmi şerif arama muhid ve şamil olmuşdur. Bunhaneşi (Pınyanışi) aşireti sevalif-i eyyam ve sevayiki a’vamdan Hakkâri hakimleri işe gelüp Kürdistan beyleri hulus-i niyyet ve sayi tıynet ile ubudiyetleri ve hizmetleri mukabelesinde enva’i atifet-i re’feti mekarim olup kadimul eyyamdan aralarında cari olan adet-i hüsnleri ber-karar sabıka mukarrer kılınup herkes evvelden eşe geldüğü yire eşmek emrim olmuştur. Buyurdum ki anın gibi müşarun ileyh Hakkâri hakimi Zeynel Bey bir yere müteveccih oldukda siz dahi sadakat ve ihlasınız muktezasınca adet-i kadimenize riayet eyleyup Bahaneşin aşiretini de oğluna koşup müşarun ileyh Zeynel Bey yanına gönderesüz. Ol muşarun ileyh üzerine eşeler hizematı miride size ve ihtimamına hüsnü i’timadı hümayunum vardır. Daima sancağın askeri ile hazır olup vakı’ olan hizmetlerde müşarun ileyh Zeynel Beyle yekdil ve yekcihet olup hüsnü ittifak ve ittihad üzre olup ol serhatleri ahvaline vufur-u şu’urun vardır. Hıfz ve hiraset umurunda mecdi ve merdane olasuz. Mülahadenin hile ve hud’asından gaflet üzere olmayup astane-i saadetime haberün eksük itmeyesüz.”

Bidlisi, Şerefhan,, a.g.e., s. 82, 83.

1560’lı yıllardan sonraki hükümlerde Şahkulu Oğullarından bahsedildiği için bu tarihlerde Şahkulu Bey’in ölmüş olduğunu tahmin ediyoruz. Şahkulu Bey’in; Koçi, Alaaddin, Gazi, Ebubekir, Suhrab ve Seyfeddin isimli altı çocuğu vardı. Kanuni Sultan Süleyman (ö: 1566) dönemi boyunca Pınyanışiler hükümet statüsünde tanınmışlardır.

OSMANLILAR VE SAFEVİLER ARASINDA ŞAHKULUOĞULLARI

1555 yılında Osmanlı Devleti ile Safevi Devleti arasında Amasya antlaşmasının imzalanmasıyla bölgede bir sükûnet ortamı oluşmuştu. Fakat Hakkâri, Mahmudi ve Pınyanışiler arasında bu sükûnet devresinde birçok çatışma yaşandı. Esas olarak Şahkulu Oğulları ile Zeynel Bey arasında önemli bir çekişme yaşandı. Bu çekişmeler esnasında Zeynel Bey, Şahkulu Oğullarına karşı Osmanlı Devleti nezdindeki nüfusunu kullanarak Osmanlıların Şahkulu Oğullarına karşı kendisine destek olmalarını sağlamıştır. Hakkâri Hâkimi Zeynel Bey ve Şahkulu Oğulları arasında 1565 yılında meydana gelen gerginlikte Van Beylerbeyliği’ne 1565’te gönderilen bir hükümde Şahkulu Oğullarının zararlı faaliyetlerde bulundukları ve gereken cezaların verilmesi istenmektedir. Gönderilen hüküm şu şekildedir: “Van Beylerbeyi’ne; Hakkâri ve Albak Kadılarına Hüküm ki: Şahkulu oğlu Koçi ile kardeşi Alâeddin İran toprağına tecavüz edüp her iki taraf reayası kendisinden şikâyetçi oldukları ve Alâeddin’in Hakkâri Bey’i Zeynel Bey’in yoluna çıkarak cenk ettiği ve nihayet tutulup Van kalesinde mahbus olduğu bildirilmekte, Koçi (Be)yi dahi derdest edip cürümleri sabit olursa idam edilmeleri buyurulmaktadır...”12 (BOA, MD, No:27, hk. 232) Hükümden anlaşıldığı gibi Alaaddin’in Van’da hapsedildiği ve Koçi Bey’in de yakalanması istenmektedir.
Öyle anlaşılıyor ki Şahkulu Oğulları 1574- 1576 yılları arasında Van’da gözetim altında tutulmuşlardır. Fakat bölgenin sınırda olması ve ufukta Osmanlı ile Safeviler arasında bir savaşın görünmesinden dolayı Osmanlı Devleti’nin Şahkulu Oğulları ile Hakkâri hâkimi Zeynel Bey arasındaki husumeti ortadan kaldırmak istediği anlaşılmaktadır. Nitekim 1576 tarihli Van Beylerbeyine gönderilen hükümde; “Şahkulu Alaeddin ile kardeşi Koçi aşiretin eski ağaları olduğundan Zeynel Bey ile aralarını ıslah edip ve barıştırıp aşirette istihdam etmesi ve halka zarar vermeyip kendi hallerinde olmaları tembih edilmesi” (BOA, MD, No: 29, hk. yok) istenerek bölgenin hassasiyeti nedeniyle her hangi bir karışıklığın çıkmaması ve Hakkâri Bey’i ile Şahkulu Oğulları arasındaki bu gerginliğin kaldırılması ve gerekirse her iki tarafın da tembih edilmesi emredilmektedir.

Şahkulu Oğulları ve Zeynel Bey’in çekişmesinde, Osmanlı Devletinin devamlı bir surette Zeynel Beyden yana tavır takınması Şahkulu Oğullarının Safevilere sığınmalarına ve Zeynel Bey’e karşı olan Zeynel Bey’in aile efradına, mücadelelerinde yardımcı olmalarına sebep olmuştur. Zeynel Bey’in, Elbak (Başkale) sancakbeyi olan oğlu Zahid Bey’in 1568 ve 1574 yıllarında babasına karşı kalkışmasında14 Şahkulu Oğullarından destek almış olması gözden uzak tutulmamalıdır. Fakat Zahid Bey bu isyan hareketlerinde başarılı olmamıştır. Yine Zeynel Bey’in kardeşi Bahaddin Bey, Şahkulu Oğullarının desteğiyle Zeynel Bey’e karşı isyan etmiş ama başarıya ulaşamamış ve 1577 yılında Zeynel Bey ve oğlu Seydi Bey tarafından öldürülmüştür.

Şahkulu Oğulları ve Hakkâri hâkimi Zeynel Bey arasındaki derin husumet 1577 baharı ile beraber had safhaya ulaşmıştır. Osmanlı Devleti Hudut bölgesinde savaş arifesinde meydana gelen bu hadiselerin önemini bildiğinden, Van Beylerbeyliği’ne konu ile ilgili sürekli hükmü şerifler
göndermiştir. Şahkulu Oğulları ile ilgili Van Beylerbeyliğine gönderilen 1577 tarihli hükümde, (BOA, MD, No: 32, hk: 71) Şahkulu Oğulları ile Zeynel Bey’in aralarının açık olması münasebetiyle Şahkulu Oğullarının İran’a iltica etmeleri söz konusu olduğu; fakat bu durumun pek uygun olmadığı belirtilmiştir. Ayrıca hükümde, Şahkulu Oğullarının İran’a geçmelerinin engellenmesi için babalarının ülkesinin kendilerine sancak olarak verileceği de vaat edilmiştir.
Bütün bu uğraşlara rağmen Şahkulu oğulları ile Zeynel Bey arasındaki husumet bitirilememiştir. Bu halin doğuracağı tehlikeyi göz önüne alan Osmanlı Devleti, Van Eyaletine bağlı sancakbeyleri ve kadılara gönderdiği 14 Nisan 1577 tarihli hüküm ile Şahkulu Oğulları nerede yakalanırlarsa derhal Van Beylerbeyliğine teslim edilmelerini istedi (BOA, MD, No: 30, hk: 73). Şahkulu Oğullarının bir kısmı bulundukları İstanbul’da yakalanarak Van Beylerbeyliğine gönderilen 22 Nisan 1577 tarihli bir hüküm ile (BOA, MD, No: 30, hk: 156) diğerlerinin de yakalanarak hapsedilmesi ve İstanbul’dan gönderilenlerle beraber şer’i hallerinin teftiş edilmesi istenmiştir.17 Olası bir Osmanlı- Safevi savaşında Şahkulu Oğullarının yönetiminde olan aşiretin savaş esnasındaki önemini göz önünde bulunduran Osmanlı Devleti, Şahkulu Oğulları ile Zeynel Bey’in arasını bulmak için bölge kadılarını örevlendirmiştir. Fakat bütün uğraşlara rağmen iki tarafın arası bulunamayınca 15 Eylül 1577 tarihli bir hüküm ile Van Beylerbeyi Hüsrev Paşa’ya Şahkulu Oğullarından Koçi, Alaaddin, Gazi, Ebubekir, Suhrab ve Seyfeddin’in Kıbrıs’a gönderilmesi ve geçimleri için onar akçe gönüllü gediği tevcih edileceğinin kendilerine iletilmesi görevi verildi (BOA, MD, No: 31, hk: 602). Tam bu esnada Şahkulu Bey’in oğlu Gazi Bey bir yolunu bularak Van Kalesindeki hapishaneden kaçmayı başardı. Bir savaşın arifesinde olan Osmanlı Devleti ister istemez Şahkulu Oğullarına yönelik sert tutumunu yumuşatmak zorunda kaldı.18

GAZİ BEYİN FİRARI


14 Mayıs 1576 yılında Safevi şahı Şah Tahmasb’ın ölümüyle tahta Şah II. İsmail geçmişti. Gazi Bey’in Van’dan firar ettiği haberi etraftan duyulunca Şah II. İsmail, Gazi Bey’e mektup göndererek kendi tarafına çekmeyi başardı ve kendisine Selmas sancağını tevcih etti. Osmanlı hükümeti Gazi Bey’in bu hamlesine karşılık bölge beylerine hükmü şerifler göndererek bu durumun ortaya çıkaracağı zararlı faaliyetleri engellemeye çalışmıştır. Nitekim Hizan Beyi’ne 1577’de gönderilen hükümde Şahkulu Oğullarından Gazi’nin İran’a iltica etmiş olduğu bildirilmekte, Hizan Bey’inden askerlerinin hazır bulundurulması ve Van Beylerbeyi’nin davetinde hemen icap etmesi emredilmiştir (BOA, MD, No: 32, hk: 74).19 Gazi Bey’in firarını İmadiye (Amêdiye) hakimi Kubad Bey’in kardeşi Behram Bey’in firarı takip etmiştir. Ayrıca Zeynel Bey’in adamlarından Hasip de kaçarak Selmas’ı tasarrufunda tutan Gazi Bey’e katılmıştır. Böyle nazik bir dönemde sınır boylarında gelişen bu durum Osmanlı Devletini endişeye sevk etmiştir.

Bu soruna bir çözüm bulmak için Osmanlı Devleti Gazi Bey’in Van’da hapis olan kardeşlerine 1 Kasım 1577 tarihinde bir mektup gönderdi. Bu mektupta şöyle deniliyordu: “Şahkulu oğullarına yazılan mektûb-ı şerîfdir. Bundan akdem Hakkârî [hâkimi] Zeynel Beg ile mâ-beynin bir mikdâr husumet üzre olmağla tarafından fitne vü fesâd zuhûr idüp dahi katl-i nefse ve sâ’ir ihtilâl-i memâlike bâ‘is olmamağçün telef-i nefsden sıyânet içün Şîrvân kal‘asında hıfz olmış idinüz el-hamdü lillâh ecdâdınuz savâlif-i eyyâm ve savâbık-ı a‘vâmdan sa‘âdetlü pâdişâhı âlem-penâh hazretlerinin Âsitâne-i sa‘âdetlerine sadâkat ü ubûdiyyet üzre hıdmet idegelmiş yarar nâm-dâr şeyhü’l-mezheb karındaşınuz olan Gazî Behlüs cibilliyetinde olan habâsetin izhâr idüp kendülerin ve anlara tâbi‘ olan melâhidenin şer‘ân katlleri helâl olan Kızılbaş-ı ev-bâş-ı dalâlet-ma‘âşa tâbi‘ olmuş amâ Van beglerbegisi Husrev Paşa karındaşımızın dergâh-ı mu‘allâya gelen çavuşlar kethüdâsı sizin her vecihle itâ‘atiniz ve ecdâdınuz idegeldiği üzre südde-i sa‘âdetime ubûdiyyetiniz olmağla mezkûr karındaşınuz mektûb gönderüp envâ‘-ı istimâlet virüp ve nevâzis-i nasîhat eyleyüp yanına da‘vet idüp Sünnî mezheb iken Râfızî semtine sâkin olmayup itâ‘at üzre getürmek fikrin idüp şöyle ki, hüsn-i rızâ ile gelmezse fedâyi gönderüp vücûd-ı habâset-âkûdun hak u nâ-bûd itmek tedârükinde olduğunuz bildirüp fi’l-vâkı‘ ecdâdınuz zamânlarından atabe-i aliyye-i pâdişâhiyeye şimdiye dek sadâkat ve ubûdiyyet üzre hıdmet idegelmis ocağı erleri siz kal‘ada hıfz olunduğunuz mücerred size emânet olmayup belki rıf‘atinize sebeb olup def‘-i mazarrat ta‘allukat içün olmış idi. Sa‘âdetlü pâdişâh âlem-penâh hazretleri nice beglerbegileri ve sancakbegileri habs idüp ba‘dehu merâhim ü sahâneleri zuhûra getürüp envâ‘-ı inâyet-i aliyye-i hüsrevânelerine mazhâr kılurlar. Bu bâbda hâtırınıza hutûr idecek nesne yokdur. ki ülkenizü size virmek bâbında fermân-ı serîfleri sâdır olmuşdur. Mektûb vusûl buldukda aslâ te’hîr ve tevakkuf itmeyüp cibilliyetinizde olan vüfûr-ı sadâkat ve dîndâri mûcebince ve dergâh-ı âlem-penâha olan sadâkat ve istikâmetinüz muktezasınca mezkûr karındaşınuza mektûb ve âdem gönderüp envâ‘-ı nasîhat ve nevâzis idüp ehl-islâm’dan iken ihtiyârı ile ilhâdı kabûl etdirmeyüp hüsn-i tedbîr ü tedârük ile yanına getürmek bâbında envâ‘-ı ikdâm u ihtimâm eyleyesin. Şöyle ki, mezkûr karındaşınuz sizün inâyetinüz mûcebince yanınıza getürile inâyet-i pâdişâhide sancagı hümâyûnları ile beyn el akrân mümtâz ü sevr-akrâs olmanuz mukarrerdir. Ana göre tedârük idüp ikdâm u ihtimâm eyleyesin. Anun gibi hüsn-i rızâ ile gelmeyüp dâ’ire-i itâ‘atden hurûc idüp ilhâdı ihtiyâr iderse şer‘ân katlleri helâl olmış olur. Fedâyi göndermek ile mi mümkindir yohsa âhar tedârük ile mi âsândur her ne vecihle hakkından gelinmek mutasevver ise tedârüği görüp itmâm-ı maslahat itmek bâbında ihtimâm idesin20 (BOA, MD, No: 32, hk: 657). Veziriazam Sokullu Mehmed Paşa tarafından Şahkulu Oğullarına gönderilen bu mektuptan anlaşıldığı gibi gönüllerini hoş tutarak, Van Kalesi’nde ikamete memur edilmelerinin Zeynel Bey ile barıştırılmalarını sağlamak maksadına mebni olduğu bildirilmektedir. Eğer İran’a firar eden kardeşleri Gazi Bey’i geri gelmeye ikna ederlerse ve Sünni mezhep olan ataları gibi devlete iyi hizmetler ederlerse kendilerine sancak tevcih edilecektir. Eğer rızasıyla gelmese ilhâdı seçmiş olacağından şer‘an katli icap edeceğinden hakkından gelinecektir.

Aynı tarihte Hakkâri hakimi Zeynel Bey’e ve Mahmudi Hasan Bey’e de Şahkulu Oğullarına bir fitneye sebebiyet vermemelerini temin için sancak verileceği, Gazi’yi geri dönmeye ikna etmeleri ihtar edilmiştir. Buna göre: “Hakkâri Bey’i Zeynel Bey’e yazılan Mektub-u Serif’tir…. Halen Van Beylerbeyi’ne mektup gönderip evvelce bazı husus sebebiyle size külli husumet üzere olan Şahkulu Oğullarından Van Kalesi’nde mahpus olanlardan başka firarda olan Gazi adındaki kardeşleri cibilliyetinde mevcut kötülükleri dışarı vurarak İran’a tabi olmuştur. Şah, kendisine mektup gönderip Cend adındaki mevki ile Selmas ülkesini sancak yolu ile ona vermiş, o da gidip Selmas’a yerleşmiştir. Gazi’yi ele getirmek için Van Beylerbeyi size ve Mahmudi Hasan Bey’e ve Kotur Bey’i Veli Bey’e mektuplar gönderdiğini bana arz eylemiştir. Bu babda Van Beylerbeyine, size ve diğer beylere lazım olduğu üzere hükmü şerifler yazılıp gönderilmiştir. Van Beylerbeyi, İstanbul’a gelen Çavuşlar kethüdası ile, mahpus bulunan kardeşlerinin mezkur müfside mektup gönderip hüsnü tedbirle kendi yanlarına getirmeye çalıştıkları bildirmişti…. Van kalesinde mahpus olan kardeşleri fesatçı Gazi Bey’i ele getirme uğrunda çalışmalarını temin maksadıyla bu mektup gönderilmiştir. Şahkulu Oğullarından sizinle mevcut husumetleri ve cibilliyetlerindeki fitne, fesat ve taadileri dolayısıyla haklarından gelinse de olur. Fakat şimdi intikam zamanı değildir. Eğer bunların haklarından gelinse, etraftaki bey oğullarına korku ve çekingenlik gelip ayrılığa ve başkaldırmaya sebep olacağı malumumuzdur. Şimdiki halde Şahkulu Oğullarına gönderilen uzlaştırıcı mektupta kendilerine sancak beyliği vaat edilmiştir. Dostluk mektubu varınca siz de ona göre dikkatli olup alacağınız dikkatli tedbirlerle onlara karsı maslahat icabı aranızdaki husumeti bir tarafa bırakarak dostluk ifade den mektuplar yazarak ve haberler göndererek nasihat eyleyesiz. Memuldur ki bu suretle Kızılbaş’a (İran’a) tabi olan kardeşlerini geri getirmek müyesser ola. Gazi Bey’in ele gelmesi mühim bir meseledir. Baş iş Gazi Bey’i ele getirmektir. Olmazsa fedai gönderip hakkından gelmek icap edecektir. Her ne suretle hareket etmek icap ediyorsa lazım gelen tedbirleri almaya çalışasız. Şöyle ki fesatçı Gazi, hakkın inayetiyle ele gelirse kirli vücudu yeryüzünden siline. Hikmetleriniz hayırlı yolda olsun ve Padişahımızın inayeti üzerinden eksik olmasın, ona göre dikkatli olasız” (BOA, MD, No: 32, hk: 658).

Hakkâri hâkimi Zeynel Bey’e gönderilen bu mektupta görüldüğü gibi Gazi ve diğer kardeşlerinin tekrar Osmanlı Devleti’ne bağlı hale getirilmesi için kendilerine sancak verilmiş olduğu belirtilmiştir. Buradan Zeynel Bey’in bu duruma tepki göstermemesi istenmekte ve böylesine nazik bir dönemde Şahkulu Oğullarının Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanmalarına neden olabileceği izah edilmiştir. Tabi bu durum Zeynel Bey’in hoşuna gitmemiştir.
Osmanlı Devleti 18 Kasım 1577 tarihinde bizzat Gazi Bey’e de mektup yazarak İran’a tabi olmalarının uygun olmadığı eğer dönüp Osmanlı Devletine itaat ederlerse kendilerine baba ocaklarının sancak yolu ile tevcih edileceği bildirilmiştir. (BOA, MD, No: 32, hk: 73).

Aslında bu teklifler sadece Gazi Bey’e değil Gazi Bey gibi İran’a tabi olan diğer Kürt beylerine de yapılmıştır. Bu şekilde savaş arifesinde bu sıkıntılar giderilmeye çalışılmıştır. 24 Kasım 1577 yılında Şah II. İsmail’in ölümü ve ondan sonra kör ve sakat olan Şah Muhammed Hüdabende’nin tahta çıkmasıyla İran’da iç karışıklıklar çıkmaya başlamıştır. Bu durumda Osmanlıya tabi olmayı daha akıllıca bulan Gazi Bey ve daha birçok Kürt Beyi bu teklifi dikkate alarak tekrar Osmanlı Devletine katılmışlardır. Bu durum Safevi kaynaklarında da teyit edilmektedir. Buna göre Şah II. İsmail ölünce önceleri ona tabi olan ve Azerbaycan ile Van arasında yaşayan Gazi Bey ve Şahkulu Bılilan’ın diğer oğulları itaatten ayrılıp Van Beylerbeyi Hüsrev Paşa’ya giderek şahın öldüğünü ve Safeviler arasında iç karışıklıkların yüz gösterdiğini ve İran’a saldırı için iyi bir fırsat olduğunu söylediler.

Nitekim 24 Aralık 1577 yılında Osmanlı Devleti Safevilere savaş ilan etti. 31 Aralık 1577 tarihinde Şahkulu Oğullarından Gazi ve Koçi Bey’e birer sancak ve kardeşlerine de ağır dirliklerin verilerek Zeynel Bey ile barıştırılmaları ve Van’a celbedilerek İran’a akınlarda bulunmaları Van Beylerbeyi Hüsrev Paşa’ya bildirildi (BOA, MD, No: 32, hk: 87, 92).

Aynı tarihte Zeynel Bey’e gönderilen hükümde de kadim ocağı Selmas’ı zapt ve tasarruf etme yetkisi verildi (BOA, MD, No: 32, hk: 88).25 Buradan anlaşıldığı gibi aslında Zeynel Bey ve Şahkulu Oğulları tekrar karşı karşıya gelmektedirler. Çünkü iki taraf da aynı bölgeler üzerinde hak talep etmektedirler. Fakat savaş durumundan dolayı bu anlaşmazlık biraz ertelendi. Nitekim 13 ve 19 Ocak 1578 yılında Van Beylerbeyine gönderilen hükümlerle Şahkulu Oğulları ile Zeynel Bey’in arasını bulmak için; boşalan ağalıkları bir çekişmeye meydan vermeyecek şekilde sıra ile tevcih etmesi, Osmanlı saflarına katıldıkları zaman ocaklıklarında aşiret ağası statüsü ile oturtulmaları, münasip bir sancak düştüğünde de Şahkulu Oğullarına verilmesi ve durumun merkeze bildirmesi emredilmiştir (BOA, MD, No: 32, hk: 100, 150).26

12 YIL SAVAŞLARI VE ŞAHKULU OĞULLARI

1578 yılından 1590 yılına kadar olan Osmanlı- Safevi savaşları 12 yıl savaşları olarak adlandırılmaktadır. Osmanlı Devletinin sınır boylarındaki sancak beyleri arasındaki çekişmeleri düzene koymasıyla beraber 1578 baharında İran üzerine akınlar yapılmaya başlanmıştır. Bu savaşlarda Şahkulu Oğulları önemli bir rol üstlenmişlerdir.

Gazi Bey’in İran’ın ahvalini Hüsrev Paşa’ya anlatmasıyla beraber, Hüsrev Paşa kendisine bir miktar kuvvet vererek Selmas ve Hoy bölgeleri üzerine gtönderdi. Kürtler ve Osmanlı kuvvetleri Göğercinlik ve Karnıyarık kalelerini aldılar. Emir Han Türkmen, Şah tarafından Azerbaycan beylerbeyi olarak atanıp Tebriz’e vardığında on- on beş bin kişilik bir kuvvetle bu kalelerin üzerine yürüdü. Kürtler bu kalelere çekilerek savunmaya geçtiler. Emir Han bütün uğraşlarına rağmen bu kaleleri alamadı. Etraf yakılıp yıkıldığı için zahire ihtiyacını karşılayamadı. Bundan dolayı tekrar Tebriz’e çekildi.27 Türkmen Emir Han’ın Selmas muhasarasında kaleyi Gazi Bey ve Koçi Bey savunmuştur. Mahmudi Hasan Bey kendilerine yardım etmek maksadıyla oraya gönderilmiştir.

Yine 9 Mart 1578 tarihinde Van Beylerbeyliğinden İstanbul’a gönderilen bir mektupta: “emri hümayuna binaen kethüdası Yusuf Ağa’yı yardım maksadıyla Şahkulu Oğullarına yardıma gönderdiği fakat kendisi daha onlara ulaşamadan Hoy sultanı ile savaşın başladığı Şahkulu Bey oğlu Koçi Bey’in Hoy sultanını öldürdüğü ve beş yüz adamını telef ettiği Merend’e kadar Urmiye bölgesinin yağmalandığı ve Urmiye’nin alınarak sultanının öldürüldüğü” belirtilmektedir.

Bu hizmetlerinden dolayı Gazi Bey ve Koçi Bey’e 14 Mart 1578 tarihinde birer sancak tevcih edildi (BOA, MD, No: 32, hk: 173).30 Gazi Bey ve Koçi Bey savaş esnasında önemli görevler üstlenmişlerdir. 3 Temmuz 1579 tarihli bir hükümle Selmas sancakbeyi Gazi Bey’e Tebriz hanı Emir Han Türkmen’in herhangi bir saldırısına karşı Van Beylerbeyi Hüsrev Paşa ile koordineli bir şekilde çalışması emredilmiştir. Yine 3 Şubat 1580 tarihli bir hüküm de Koçi Bey’e gönderilmiştir. Buna göre: “Van Beylerbeyisine hükümki, Somay sancağı Beyi Koçi dâme izzuhû mektub gönderüp Tebriz’e iki günlük yol mikdârı karîb Somay Nâhiyesi demekle ma‘rûf Hüseyin Kal’asının bazı yerleri yıkılup harâb olup ve sarb yerde olmakla Kürdistan ümerâsına birkaç günlük yol ırâk olup hıfz u hırâset müşkil kal‘a olup ta‘mîr olunmaz ise içinde âdem kalmaduğundan gayrı etrâfında olan nâhiyeler dahi harâb olup ve mukaddemâ dahi ta‘mîr olunup iki kıt‘a top konulmuşdur diyü i‘lâm itmeğin anda olan toplardan ziyâde top var ise bir iki kıt‘a top virmesin emr idüp buyurdum ki: Vardukda göresin fi’l-vâki‘ kal‘a-i mezbûre müşârun ileyh Koçi Bey kendüsi ta‘mîr idüp hıfz u hırâset vilâyete nakl var ise ve top konulmak îcâb eder ise Van’da kifâyet mikdârından ve saklanmış toplardan vech ve münâsib gördüğün üzere müşârun ileyhin bir iki kıt‘a top viresin ki kal‘a-i mezbûreye koyup hıfz u hırâset idüp el-iyâzü billâh imdi etrâfından bir zarar ihtimâli olmaya şöyle bilesin” (BOA, MD, No: 39, s.135) denilmiştir.

19 Nisan 1585 tarihinde Selmas ve Hoy beyleri olan Şahkulu Oğulları Gazi, Koçi ve Alaaddin ve diğer beylere gönderilen emirlerle ülkelerinden Tebriz’e ve Kızılbaş tarafına katiyen zahire göndermeyip ordu için hazırlanmasına ve Hakkâri vilayetinden Tebriz’e ve Kızılbaş tarafına yağ, bal, koyun vb. zahire göndermeyip ordu için hazırlanmasına dair hükümler gönderilmiştir (BOA, MD, No: 59, hk: 114, 115, 118).32 Netice itibariyle 1578’den 1585’e gelindiğinde Osmanlı Devleti Revan ve Tebriz ile beraber geniş bir bölgeyi yönetimi altına almayı başarmıştır. 1575- 1585 tarihleri arasında Somay ve Selmas bölgeleri sancak statüsünde görünmektedirler.33 Bütün bu savaşlarda Şahkulu Oğulları çok önemli bir rol oynamışlardır. Bununla ilgili Şerefname’de şu bilgiler geçer: “23 Eylül 1585 yılında (Özdemiroğlu) Osman Paşa işgal amacıyla Tebriz’e yöneldiğinde ve büyük İslam ordusu Haramibulağı denilen yere indiğinde Tokmak Han, Ali Kuli Han Esmahan Şamlu ve diğer komutan ve ileri gelenlerin kuvvetlerinden kurulu bir Kızılbaş ordusu Ebne diye adlandırılan yerde tesadüfen Cağaloğlu Sinan Paşa komutasındaki muzaffer Osmanlı ordusunun öncü kuvvetlerini buldu. Hemen iki taraf arasında çarpışmalar başladı ve kızıştı. Bela ve ölüm deryasının dalgaları birbirini dövdü. Ve bu dalgalardan biri (Pazuki) Kılıç Bey’i(Bu bey Safevilerin safında idi) alarak ölüm girdabında boğdu. Osmanlılar tarafından Pınyanışlı Şahkulu Bılêlan’ın oğlu Koçi Bey denilen bir kişi ona doğru ilerleyerek onu öldürdü”.34 Şahkulu Oğullarının bu hizmetlerine karşılık Selmas, Hoy ve Somay bölgeleri sancak olarak uhdelerine verilmiştir. 12 yıl savaşları 21 Mart 1590’da Ferhat Paşa antlaşmasıyla sona erdi.

ZEYNEL BEY ŞAHKULU OĞULLARI ÇEKİŞMESİ

Zeynel Bey ve Şahkulu Oğulları çekişmesi yukarıda da işaret edildiği gibi yönetim ve tasarruf anlaşmazlığına dayanmaktaydı. Çünkü iki taraf esas olarak aynı bölgenin tasarrufu konusunda çekişiyorlardı. Bu da tarafları birbirilerine karşı farklı yollara başvurmalarına neden oluyordu. 

Yazıcı, Murat, 39 Numaralı Mühimme Defterinin Transkripsiyonu ve Değerlendirilmesi, (s. 119-240), Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum 2013, s. 74.

Yüce, Oğuzhan, 59 Numaralı Mühimme Defterinin Özetli Transkripsiyonu ve Değerlendirmesi, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum 2007, s. 87- 89.
 Kılıç, Orhan, a.g.e., s. 121-122.
 Bidlisi, Şerefhan,, a.g.e., s. 257.

Bilindiği gibi Zeynel Bey 1576 yılının sonlarına doğru Hakkâri hâkimliğinden çekilmiş yerini oğlu Seydi Bey’e bırakmıştı. Fakat Seydi Bey 1577 yılında genç yaşta ölünce tekrar hükümetin başına geçmişti. Bu arada Şahkulu Oğulları Van’da tevkif edilmiş ve Gazi Bey de firar ederek Safeviler’e sığınmıştı. Bir savaş arifesindeki bu gelişmeler ister istemez Osmanlı Devletinin Zeynel Bey’e karşı Şahkulu Oğullarına bazı tavizlerde bulunmasına neden olmuştu. 31 Aralık 1577’de savaşın başlamasıyla beraber aynı tarihteki bir hüküm ile Gazi Bey ve Koçi Bey’e uygun sancak verilmesi, Van Beylerbeyine emredilmişti. Yine aynı tarihte Zeynel Bey’e gönderilen hüküm ile kadim ocağı olan Selmas’ı zapt ve tasarruf etmesi emredilmişti. Dikkat edilirse Şahkulu Oğullarına uygun sancak verilmesi emredilirken Zeynel Bey’e de Selmas veriliyordu. Fakat Selmas fiili olarak Gazi Bey’in elinde idi. Bu durum iki tarafı karşı karşıya getiriyordu. Savaş içerisinde olmalarından dolayı konu muallakta kalmıştı. Mart 1578 yılında Gazi Bey ve Koçi Bey’in Hoy, Selmas ve Urmiye bölgelerinin alınmasında büyük bir rol oynamalarından dolayı kendilerine Selmas ve Somay, kardeşlerine ise ağır dirlikler verildi (BOA, MD, No: 32, hk: 87, 92).

Böylece Selmas ve Somay bölgeleri Şahkulu Oğullarının yönetimine geçti. Fakat Koçi Bey, Somay bölgesi dışında kalan ve Zeynel Bey’e ait olan Enzel vb. bölgeleri de yönetimi altına alınca Zeynel Bey Osmanlı Devleti nezdinde girişimlerde bulundu. Bunun üzerine 12 Ağustos 1578 tarihinde Zeynel Bey’e gönderilen hükümde Selmas sancağının Gazi Bey ve Koçi Bey’e tevcih edildiği, Somay’ın ise dirlik ve düzenin sağlanması için idari olarak Gazi Bey ve Koçi Bey’e bağlandığı bildirilmiş ve Somay’ın tasarrufunun ise Zeynel Beyde olduğu bildirilmiştir. Kadim yurdu ve ocağı olan yerleri eskisi gibi zapt ve tasarruf edip serhat hizmetlerinde dikkatli ve gayretli olması Zeynel Beyden istenmiştir (BOA, MD, No: 32, hk: 359).

Yine aynı tarihte İstanbul’dan Koçi Bey’e Somay adındaki mahalden başka yer verilmemesini bildiren bir hüküm gönderilmiştir. Buna göre: “Van Beylerbeyine Hüküm ki: bundan evvel Şahkulu Bilan oğullarından Koçi’ye sancak verilirken eski Hakkâri hakimi Zeynel Bey’in ülkesinden olan Somay adındaki mevkinin de verildiğini. Zeynel Bey’in eskiden beri yurdu ve ocağı olan Enzel, Zivik ve Kovan nahiyelerine de tecavüz olduğu bildirmişsiz. İş icabı Koçi Bey’e verilen Somay’dan başka Zeynel Bey’in arazisinden başka yer verilmemiş olduğundan Zeynel’e ait yerlere müdahale ettirmeyesiniz...” (BOA, MD, No: 35, hk: 367).

Osmanlı devletinin bütün bu uğraşlarına rağmen Şahkulu Oğulları ile Zeynel Bey arasındaki çekişme bitmemiş Zeynel Bey Selmas ve Somay’ın eski ülkesi olduğunu ileri sürerek senede miriye 10.000 altın karşılığında kendisine verilmesini istemiştir. Bunun üzerine 6 Mart 1583 tarihli bir hükümle Gazi Bey ve Koçi Bey’e Sincar ve Erbil sancakları tevcih edilmiş, Selmas ve Somay senede 10.000 miriye altın vermek ve ToprakKale’yi tamir etmek şartıyla Zeynel Bey’e verilmiştir (BOA, MD, No: 44, hk: 304). 15 Nisan 1583 tarihli yeni bir hükümle de Zeynel Bey, Mahmudi Hasan Bey, Gazi ve Koçi beyler arasındaki anlaşmazlığın savaş esnasında kabul edilmeyeceği, anlaşmazlığın giderilmesi için Van Beylerbeyine emir verilmiş ve beylerbeyinin çözümüne razı olmayanların sancağının tevcih edilmesi için isimlerinin bildirilmesi istenmiştir (BOA, MD, No: 49, hk: 76).38

Şahkulu Oğulları ile Zeynel Bey’in çekişmesi Zeynel Bey’in ölümünden sonra onun yerine geçen Zekeriya Bey döneminde de devam etmiştir. Fakat eskiden Zeynel Bey’in sonra da Zekeriya Bey’in kethüdası ve vekili olan Ebu Bekir Ağa’nın çabaları sonucu barış sağlandı. Fakat Zekeriya Bey’in sultan nezdindeki temsilcisi olan Fahreddin yüzünden tekrar anlaşmazlık çıktı. Şahkulu Bey’in oğlu Seyfeddin, Hoy sancağını uhdesine almıştı. Fakat Fahreddin bu sancağın Seydi Bey’in oğlu Hasan Bey’e verilmesi ile ilgili sultan III. Mehmet’in divanından bir emirname çıkarınca Ebu Bekir Ağa’nın oluşturduğu barış iklimi bozuldu. Zekeriya Bey’in oğlu İbrahim Bey, Hoy’u almak için Şahkulu Oğulları ile birkaç kez savaşmasına rağmen isteğini gerçekleştirmedi. Bunda Ebu Bekir Ağa’nın karışıklık çıkmaması için gayret göstermesi etkili oldu. Bundan dolayı Hasan Bey ve Fahreddin, Sinan Paşa nezdinde girişimlerde bulunarak Ebu Bekir Ağa’yı öldürttüler (1597).39

ZEYNEL BEY SONRASI ŞAHKULUOĞULLARI


1585 yılında Hakkâri hâkimi Zeynel Bey’in vefatından sonra Hakkâri hâkimliğine Zeynel Bey’in oğlu Zekeriya Bey getirildi. Bu esnada Bosna’da bulunan diğer kardeşi Zahid Bey bunu kabul etmek istememiştir.

Bölge ileri gelenlerinin bir kısmı da Hakkâri hâkimliğine Zeynel Bey’in diğer oğlu Zahid Bey’in getirilmesini istemiştir. Zekeriya Bey’in yönetimi üzerinde iki yıl geçtikten sonra Van Eyaleti valisi ve Azerbaycan Vilâyeti Muhafızı Vezir Cafer Paşa’ya giderek şöyle dediler: “Hakkâri Eyaleti yönetimi, Mustafa’nın şeri‘at kuralları ve Osmanlı gelenek ve kânunlarının teamülü gereğince merhum Zeynel Bey’in büyük oğlu Zâhid’den başka kimsenin hakkı değildir. Bu önemli görevin kendisine verilmesi en uygun ve en sağlam iştir”.

Bunun üzerine harekete geçen Zahid Bey, Şahkulu oğlu Seyfeddin Bey’in desteğini alarak yönetimi ele geçirmek için Derec Kalesine geldiler. Bölgedeki diğer aşiret beyleri de kendisini destekleyeceğini bildirdiler. Yaşanan bu olaylardan sonra Xırwateli (Büyük Çitlik) Mirza Muhammed, Zekeriya Bey’i gelişmelerden haberdar etti. Bunun üzerine harekete geçen Zekeriya Bey, Zahid Bey’in kuvvetlerine fırsat vermemek için acele bir şekilde Derec Kalesini kuşattı ve kardeşi İzzeddin Şêr, Zahid Bey ile Zahid Bey’in iki oğlunu öldürdü. Zahid Bey’in oğlu Melik Bey bir fırsatını bularak kaleden kaçtı ve İstanbul’a gitti. Oradan Hakkâri hakimliğinin kendisine verildiğine dair bir hüküm çıkarttı.

8 Eylül 1588 tarihli Tebriz valisi Cafer Paşa’ya yazılan bir hükümle Hakkâri hakimliğinin Melik Bey’e tevcih edildiği, Melik Bey’in yönetime getirilmesi için emrindeki bir kısım asker ile ona destek olunması emredildi (BOA, MD, No: 64, hk: 299).

Ayrıca aynı tarihli diğer bir hükümle Şahkulu oğullarından Selmas Bey’i Gazi Bey, Somay Bey’i Koçi Bey, Bıradost Beyi Evliya Bey, Hoşap Beyi Mahmudi Şir Bey, Stunê (Şemdinan) Beyi Nur Ali Bey de Melik Bey’e yardım etmek üzere görevlendirilmişlerdir (BOA, MD, No: 64, hk: 300).43 Gönderilen bu hüküm mucibince Melik Bey’e; Selmas’ta Gazi Bey, Somay’da Koçi Bey ve Gever’de Nur Ali Bey katıldı.

Zekeriya Bey, Culemêrg üzerine gelen bu kuvvetlere karşı ne yapacağını düşünürken vekili Ebu Bekir Ağa İmadiye hâkimi Seyyid Han Hakkâri beylerinden Yahya Bey ve Mir İmadeddin’ın katibi olan Temer Yazıcı 1587’den başlayıp vefat ettiği yıl olan 1633 yılına kadar Hakkâri Beyliği tarihini anlatan 631 sayfalık Farsça manzum bir eser yazmıştır. 1633 yılında kitabını tamamlayamadan vefat etmiştir. 1692 yılında ismini bilmediğimiz bir akrabası tarafından bir hatime eklenerek tamamlanmıştır. Bu eser 1914 yılında Hakkâri beylei ailesinden gelen Muhammed Tayyar Bey tarafından kopyalanarak yeniden yazılmıştır. Başkale’nin Atês köyünde korunan bu nüshadan faydalanılmıştır. Bu esere herhangi bir isim verilmediğinden bizler de “Mirnameya Hekariyan” ismini verdik.

Bey’e sığınmasını tavsiye ederek Melik Bey’in ülkeyi yönetemeyeceğini, halkın ondan çabucak bıkacağını ve böylelikle tekrar tahtına kavuşacağını salık verince İmadiye’ye gitti. Melik Bey de Culemêrg’e gelerek yönetime oturdu. Fakat iki ay geçmeden Melik Bey’in hırsından maiyeti, askeri usandılar ve kendisinde yüz çevirerek bir mektup yazıp Zekeriya Bey’e gönderdiler. Durumu da Melik Bey’e bildirdiler. Melik Bey de asker getirmek için Tebriz’e gitti.

Yolda Koçi Bey ve Gazi Bey’den yardım istedi ise de bunlar bunu reddettiler. Melik Bey’in durumunu Tebriz de işitmiş olduğundan müracaatına aldırmayarak Melik Bey’i İstanbul’a gönderdi ve Melik Bey orada öldü. Bunun üzerine Vezir-i Azam Sinan Paşa’nın da desteği ve yardımı sayesinde divandan, Hakkâri eyaletinin eski usul gereğince “hediye” ödemesi şartıyla Zekeriya Bey’e verilmesi konusunda bir emirname çıkarıldı.

21 Temmuz 1588’de Serdar Vezir Ferhat Paşa kumandasındaki ordu Erzurum’dan Gence’ye hareket ederken İran harekâtı başlamadan III. Murad, Hakkâri hâkimine ve birer sureti Gazi Bey ve Koçi Bey’in de aralarında olduğu 36 Kürt Bey’ine bu sefere katılmaları için emir göndermiştir (BOA, MD, No: 64, hk: 52).

1599 yılında Elbak Bey’i Zekeriya Bey’in kardeşi İbrahim Bey ölünce yerine oğlu Hasan Bey geçti. Hasan Bey, Dümbülü ve Mahmudiler üzerinde etkinliğini artırdı ve Somay ile Selmas bölgesinde Pınyanışiler üzerine de etkinlik kurmayı başardı.
Fakat Zekeriya Bey ve Şahkulu Oğulları arasındaki çatışmalar devam etti.

ŞAH ABBAS ve ŞAHKULU OĞULLARI

1587 yılında Safevi tahtına oturan Şah Abbas, kendisini 12 yıl savaşları içerisinde buldu. Büyük toprak kayıpları yaşayan Safeviler Ferhad Paşa antlaşmasıyla (1590) Osmanlı- İran savaşlarının ilk safhasını kapattı. Barış antlaşmasından sonra iç karışıklıkları halleden, ordusunu başarıyla ıslah edip Horasan’ı Özbeklerden geri alan Şah Abbas, Osmanlılardan Azerbaycan, Gürcistan ile Şirvan’ı geri almak istiyor ve fırsat kolluyordu. Bu fırsatı Selmas Bey’i Şahkulu oğlu Gazi Bey verdi. Böylece dönemindeki Osmanlı-Safevi mücadelesinin ikinci safhasını, 1603-1612 yılları arasındaki dönem başlamış oldu. Bilindiği gibi Tebriz’in Osmanlılarca alınması ile beraber 1590 yılında ayrı bir eyalet olarak kurulmuş, Hakkâri ve Pınyanışi beyleri de buraya bağlanmıştı. Aylıklarının muntazam olmadığını bahane eden Tebriz askeri etrafa tecavüz ile yağmaya başlamışlardı.

Yalnız Tebriz’e bağlı olan yerlerle yetinmeyen asker, etraftaki sancaklara da saldırmıştı. Bu esnada Selmas Bey’i Gazi Bey’in sancağı da yağmaya uğradı. Çünkü Gazi Bey’in bir kısım arazisi miri arazi olarak kaydedilip Tebriz kulunun ocaklığı olarak ayrılmıştı. Bu sebeple Tebriz askeri Gazi Bey’in arazilerine de tecavüzde bulunmuştu. Bunun üzerine Gazi Bey, Şah Abbas’a iltica edip, yardım istedi.

Fakat Temer Yazıcı, Gazi Bey’in Şah Abbas’a sığınma gerekçesi olarak başka bir nedeni aktarmaktadır. Naklettiğine göre Gazi Bey, Hoşap’tan bir gelin istemişti. Gelini almak için Selmas’tan giden heyet Elbak’tan geçerek Hoşap’a ulaştı. Bu esnada Elbak Bey’i Hasan Bey’in aklına dönüşte kadim düşmanı Gazi Bey’in düğün alayını vurmak geldi. Ve gerçekten düğün alayı Selmas’a gitmek için Elbak’tan geçerken Hakkârililerin saldırısına uğradı. Saldırıda Gazi Bey’in bütün adamları öldürüldü, kervan talan edildi ve gelin Hoşap’a geri gönderildi. Bunu duyan Zekeriya Bey çok sevindi ve yeğeni Hasan Bey’e gümüş süslemeli bir hançer hediye gönderdi. Bunun üzerine intikamını almak isteyen Gazi Bey, oğlu Abdal Bey’i Şah Abbas’ın yanına göndererek yardım istedi.

Hangi sebep ile olursa olsun Gazi Bey’in yardım talebi uzun Avusturya harpleri ve Celali isyanları ile uğraşan Osmanlı Devleti’nin bu zayıf anını değerlendirmek isteyen Şah Abbas’a, kaptırdığı toprakları almak için 9 yıl sürecek Osmanlı-Safevi harpleri için bir fırsat oldu. Gazi Bey, şahın yanına gitti. Şah kendisini çok iyi karşıladı ve Han ünvanı verdi Bu arada Gazi Bey’in, Şah Abbas’a tabi olmasından çekinen Zekeriya Bey, yeğeni Hasan Bey’e yardımcı olması için oğlu Evliya Bey’i Çehrik Kalesine yerleştirdi.

Gazi Bey’in, Şah’a sığınması üzerine Tebriz Beylerbeyi Zincirkıran Ali Paşa, Revan, Nahçıvan, Tebriz askeri ile Zekeriya Bey ve Hasan Bey’in kuvvetlerinden oluşan on bin kişilik bir ordu ile Karnıyarık Kalesine çekilen Gazi Bey’in üzerine yürüdüler. Bu arada Selmas’ı Gazi Bey’in kardeşi Alâeddin Bey savunuyordu. Fakat teslim olmak zorunda kaldı.

Karnıyarık Kalesinde Gazi Bey’in isyanını bastırmakla meşgul olan Tebriz Beylerbeyi Ali Paşa bu sırada Tebriz’i terk etmişti. Tebriz’in askerden hâli olduğunu haber alan Şah Abbas, 14 Eylül 1603 tarihinde görünüşte Mazenderan seferi için aslında Azerbaycan’ı fethetmek amacıyla başkent
İsfahan’dan hareket ederek, süratle Tebriz’i aldı (29 Ekim 1603).

Şah Abbas’ın Tebriz’e saldırdığı haber alınınca Gazi Bey’i muhasara eden kuvvetlerin her biri kendi bölgesine çekildi. Ali Paşa yalnız kalmıştı. Zekeriya Bey’e haber göndererek kendisini şaha karşı yalnız bırakmamasını istedi. Zekeriya Bey Çors’e gelinceye kadar Ali Paşa’nın Sofiyan denilen mevkide şaha yenildiği ve öldürüldüğü haberi geldi. Bunun üzerine ülkesine geri döndü.

Böylece 18 yıldır Osmanlı hâkimiyetinde olan Tebriz, Safevilere geçmiş oldu.
Tebriz’in alınmasından sonra Şah, Gazi Bey ve Koçi Bey’e Hoy ve Selmas bölgelerini vererek kavuk, kılıç ve kemer ile taltif etti.

Daha sonra sırasıyla Nahcivan ile Azerbaycan şehir ve kasabaları birer birer düştü ve 28 Mayıs 1604’de Revan da düştü.

Revan’ın düşmesinden sonra Şah yine Gazi Bey ve Koçi Bey’e birçok iltifatta bulundu.57 Gazi Bey, Elbak Bey’i Hasan Beyden intikamını almak üzere Şahın kendisine verdiği Hoy, Tasuc ve Merend askerleri ile birlikte Elbak üzerine yürüdü. Hanesor (Xanesor) denilen yere varınca Hasan Bey’e teslim olması için mektup gönderdi. Hasan Bey, bunu reddederek kaleye çekildi. Kalenin muhasarası esnasında Sofi Koçık denilen bir mağarada gizlenmiş olan İzzeddin Şêr ve Ahmed Şêx isimli iki Hakkârili silahşor, Gazi Bey’i nişan alarak silahlarını ateşlediler. Böylece hiç beklenmedik bir anda 1603 yılında Gazi Bey öldürüldü. Bunun üzerine başsız kalan Pınyanışi ve acem kuvvetleri geri çekildi.


İran harbinin başladığı sıralarda Avusturya seferi ve Celali isyanlarıyla uğraşan Osmanlı Devleti, Şah’ın taarruzu ile İran muharebesinin başlaması üzerine Cağalzade Sinan Paşa’yı doğu sınırına gönderdi. 16 Mayıs 1604 tarihinde İstanbul’dan ayrılan Cağalzade Sina Paşa, 8 Kasım 1604 tarihinde Kars’a ulaşır. Sinan Paşa, Kars’tan Nahcivan’a geldiğinde Şah Abbas da Tebriz’e geri çekilmiştir. Daha sonra Cağalzade, Nahcivan yoluyla Revan’ı geri almak için yürüdüyse de bir taraftan Şah Abbas’ın serdarın yolu üzerindeki yiyecek şeyleri tahrip ettirmesi, Safevi öncülerinin verdiği rahatsızlık ve bir taraftan da maiyetindeki yeniçerilerin Kasım ayının yaklaştığını söyleyip kışlak talep etmeleri üzerine Serdar Sina Paşa,Van’a geri dönmeye mecbur oldu. Bu sırada Şah’ın görevlendirdiği Kullar Ağası Allahverdi Han komutasındaki Safevi ordusu, Paşa’yı tedirgin etmekteydi. Bu tedirginlik içinde Cağalzade kışı Van’da geçirip hazırlanmış ve daha sonra Tebriz’i geri almak için harekete geçmiştir.

Öyle anlaşılıyor ki Gazi Bey’in ölümünden sonra Sinan Paşa, Van’a çekildiği sırada Koçi Bey tekrar Osmanlı Devletine tabi olmuştur. Çünkü Sinan Paşa Van’da iken Zekeriya Bey, Şah Abbas’a bir ulak göndererek Selmas, Enzel, Urmiye ve Karabağ bölgelerinin yöneticisi olan Koçi Bey’in itaatten ayrıldığı ve Sinan Paşa’ya katıldığını haber vermiştir. Aynı zamanda Sinan Paşa’nın kalabalık bir ordu ile Safevilere saldıracağını ve kendisinin de (Zekeriya Bey) o orduya katılması için çağrıldığını iletmiştir. Bunun üzerine Şah Abbas, yönünü Aras Nehri’nden Hoy şehrine çevirdi. Zekeriya Bey, tekrar bir mektup ile şahı bilgilendirmiş ve Sinan Paşa’nın 80 bin kişilik bir ordu ile şu anda Van’da olduğunu ve bahar ile beraber Elbak üzerinden Tebriz’e yürüyeceğini bildirmiştir.

6 Ağustos 1605 tarihinde Sinan Paşa Selmas’a ulaştı. Selmas civarında yapılan savaşta Osmanlı kuvvetlerinin sayı üstünlüğüne rağmen Safevi ordusunun sahte ricat taktiği nedeniyle yenilmiştir.

Bu savaşta Erzurum beylerbeyi Köse Sefer Paşa ile beraber Osmanlı saflarında savaşan ve esir düşen Şahkulu Bey’in oğlu Koçi Bey de öldürülmüştür.


1605 yılında Cağaloğlu Sinan Paşa’nın ölümüyle 1610 yılına kadar Osmanlının doğu cephesi serdarsız kalmış ardından Kuyucu Murat Paşa, serdar olarak atanmıştır.

Bu dönemde Pınyanış beylerinin ikiye ayrıldığı, bir kısmının İran bir kısmının da Osmanlıya bağlı olduğu anlaşılmaktadır. Bilindiği gibi Şah Abbas’ın üstünlüğü ele geçirmesiyle Bıradost, Mukri, Dümbülü, Mansur Bey Mahmudi ve Gazi Bey, İran tarafına geçmişlerdir.

1608 yılında Azerbaycan valisi Pir Budak’ın çabaları sonucu Emirhan Bıradost ile Şah’ın arası açıldı. Emirhan Dımdım Kalesinde savunmaya geçti. Kürt edebiyatının en önemli ulusal destanlarından olan “Dımdım Kalesi” destanına konu olan bu savaş yaklaşık bir sene sürmüştür. Kaleyi almak üzere görevlendirilen İ’timadu’d- Devle, Tebriz’e gelmiş Pir Budak ile beraber kendisine 12 bin Celali askeri katılmış, güneye yöneldiklerinde o bölgelerin yöneticileri olan Şahkulu Oğullarından Gazi Bey’in oğlu Hanemir (Xanemir) Selmas’da, Somay ve Enzel’de Seyfeddin Bey’in oğlu Evliya Bey 5 Aralık 1608’de kendilerine katılmışlardır.65 Buradan bu ikisinin Şah Abbas’a tabi olduklarını anlıyoruz. 1610 yılında Kuyucu Murat Paşa, İran serdarı olarak atanmışsa da 1611’de ölümünden sonra görev Nasuh Paşa’ya devredilmiştir. 1612 yılında Osmanlı ile İran arasında Nasuh Paşa antlaşması yapılınca bölge biraz sakinleşmiştir.

9 yıl süren bu savaş döneminde Osmanlı Devleti daha önce kazanmış olduğu bazı toprakları Safevilere kaptırdı.

ZEKERİYA BEY ve OĞLU YAHYA BEY İLE ŞAHKULU OĞULLARI

Bu dönemde Hakkâri hakimi olan Zekeriya Bey, mülkünü oğulları arasında paylaştırmıştı. Buna göre Yahya Bey Çatak’ta (Şaxê), Zeynel Bey de Nordız’da hüküm sürüyordu. Elbak’ta ise yeğeni Hasan Bey sancakbeyi idi. En büyük oğlu Yahya Bey, güçlenince Culemêrg’i alarak babasının yerine geçmeye kast etti.

Zekeriya Bey, durumu öğrenince Culemêrg’i tahkim ederek Elbak’a kaçtı. Orada; Kızılbaşlardan, oğlu Zeynel Bey’den Somay ile Selmas beylerinden yardım istedi. Pınyanışi ve Dıri aşireti de Zekeriya Bey’e destek oldular. Culemêrg’i kuşatan Yahya Bey, babasının yukarıda adı geçen kuvvetlerle Culemêrg üzerine geldiğini öğrenince barışa meyletti ve herkes eski konumuna döndü.

Zekeriya Bey’in oğlu Zeynel Bey, Elbak’a sahip olmak istiyordu. Bunun için ani bir şekilde Elbak üzerine saldırıp köylerini yağmaladı. Elbak Bey’i Hasan Bey, mecburen kadim düşmanı Gazi Bey’in oğlu Hanemir’den yardım istemek zorunda kaldı. Hanemir’in gönderdiği kuvvetleri karşılamak için kale dışına çıkan Hasan Bey, Zeynel Bey’in pususuna düştü ve yaralı bir şekilde Pizan’a kaçtı. Elbak Kalesini elinde tutan Şah Nazar da kaleyi Zeynel Bey’e teslim etti.

Zekeriya Bey ve oğlu Zeynel Bey, Pizan üzerine yürüyünce de Hasan Bey ile Zeynel Bey Elbak bölgesinin paylaşılması konusunda anlaştılar. Fakat Zeynel Bey, Nordız’a dönünce Hasan Bey tekrar Elbak bölgesini yönetimi altına aldı. Bu dönemde Zekeriya Bey’in etkinliği oldukça azalmıştı. Zeynel Bey, Elbak’ı kendisine vermesi şartıyla abisi Yahya Bey’e, babasına karşı destek vereceğini söyledi. Bunun üzerine iki kardeş birleşerek Culemêg üzerine yürümeye karar verdiler. Zekeriya Bey bunu duyunca diğer oğlu Şerefhan’ı, Şah Abbas’a göndererek yardım talebinde bulundu. Bunun üzerini Van beylerbeyliği Hakkâri yönetiminin Yahya Bey’e verilmesi için bir hüküm çıkarttı. 25 Aralık 1613 yılında Yahya Bey, Hakkâri hakimi olarak atandı (BOA, MD, No: 80, hk: 509)

Yahya Bey ve kardeşi Zeynel Bey, Culemêrg üzerine yürüyünce Zekeriya Bey Urmiye’ye kaçtı. Hakkâri kalesini savunan Ertoşiler, bir gün sonra kaleyi Yahya Bey’e teslim ettiler.

Yahya Bey, Elbak Bey’i Hasan’ı çağırarak Elbak’ı Zeynel Bey’e verdi. Bunun üzerine Hasan Bey, Gazi Bey’in oğlu Hanemir ve Pınyanışilerden yardım istedi. Hanemir ve bir bölük Van askeri Elbak’ı ele geçirerek kışa kadar bekledilerse de Hasan Bey, Hakkâri zindanında olduğundan gelemeyince geri gittiler. Bunun üzerine Zeynel Bey Elbak’ı savaşsız aldı.

Osmanlı ile İran arasında imzalanan Nasuh Paşa anlaşmasından dolayı Şah Abbas, Zekeriya Bey’e bir yardımda bulunmayınca, o ve oğlu Şerefhan tekrar Yahya Bey’in yanına geldiler.
1615 yılına gelindiğinde Şah Abbas’ın Nasuh Paşa antlaşmasına bağlı olarak taahhüt ettiği bazı şartları yerine getirmemesi nedeniyle ve Osmanlının kaybettiği yerleri alma isteği ile Osmanlı- İran savaşlarının üçüncü safhası başlamıştır.

Bu dönemde Tekeli Mehmet Paşa’nın Van valisi olması ile beraber İran’a bağlı olan diğer Pınyanış beylerinin tekrar Osmanlı Devletine tabi olduklarını görüyoruz. Osmanlı Devleti Revan’ı tekrar almak amacıyla İran’a savaş açmıştı. Bu meyanda Yahya Bey 1616 yılında kuvvetleriyle Urmiye bölgesindeki Safevi kuvvetlerini vurmuştu. Tebriz beylerbeyi Pir Budak Han, o bölgedeki kuvvetlere yardım etmek gayesiyle o bölgeye geldiğinde Safevi kuvvetlerinin Kürtler eliyle yok edildiğini gördü. Bunun üzerine Elbak üzerine yürüdü ve büyük bir tahribat yaptı.

Bundan sonra Karnıyarık Kalesi üzerinden Selmas bölgesine tahakküm eden Gazi Bey’in oğulları üzerine gitti. Bunun üzerine Pınyanışiler; Tekeli Paşa’dan, Mahmudiler ve Yahya Bey’den yardım istediler. Pınyanışiler ile birleşen ve sayıları altı- yedi bine ulaşan bu kuvvetler Selmas yakınlarında yapılan savaşta Pir Budak Han’ı öldürerek yendiler.

Pir Budak, Zeynel Bey tarafından öldürüldü. Böylece Emirhan Bıradosti’nin
intikamı alınmış oldu. Yenilen Safevi ordusu Selmas Kalesine sığındıysa da büyük çoğunluğu yok edildi.

Bu savaşlarda Yahya Bey’in kuvvetini gören Tekeli Mehmet Paşa, onu ortadan kaldırmak için çeşitli bahaneler aramaya başlamıştır. Haziran 1617 tarihinde Revan kuşatmasına gittiğinde Yahya Bey’i Van’da bırakmıştı. Yahya Bey, Tekeli Paşa’nın Van’a varmasından önce Van’ı terk etti. Çünkü Paşa’nın kendisini yok etmek istediğini biliyordu. Şah Abbas’ın Merend’e geldiği duyulunca Tekeli Paşa, Yahya Bey’e haber göndererek şaha doğru gittiğini ve kendisinin de gelmesini istedi. Han Hızır (Xan Xızır) denilen yerde Yahya Bey, Tekeli Paşa’ya yetişti.
1617 yılının Ramazan’ının 27’sine denk gelen bu tarihte Tekeli Paşa, geç geldiği için Yahya Bey’e hakaret edince Yahya Bey hançer ile Paşa’yı vurdu. Ardından ‘Ezêmşêr Xani ve Mihrab Bey Paşa’yı öldürdüler. Bunu gören Van askeri, Hakkâri askerlerine saldırdılar. Bu çarpışmada Yahya Bey ile beraber; amcaoğullarından Alaaddin, ‘Ezêmşêr Xani, Mihrab Bey, Mir Seyyid, Mir Ömer, İbrahim ve Şeyh Haydar Serşiyani, Gıravi ve Şahverdi Pınyanışi, Dıri aşiretinden Yar Aziz, Laçin ve Mir Mahmud, Mela Ahmed, Şêrdıl ve Şeyhemir öldürüldüler.

Bu arada Serav antlaşmasıyla Şah Abbas Azerbaycan’ı egemenliği altına almıştır. 1623 yılında Şah Abbas Bağdad’ı alınca Osmanlı- İran savaşlarının dördüncü safhası başlamış oldu. Bu dönemde Pınyanış beylerinden bir kısmı İran’a tabi olmuştur. Kardeşlerinin aksine Safevilere tabi olan Gazi Bey’in oğulları üzerine 1625 yılında Soran ve Bıradost Kürtleri saldırınca onlar da Çors, Selmas ve Merağa’daki Kızılbaşlardan yardım istediler. Aralarındaki çatışmalardan birçok kişi öldü.77 Şah Abbas ve Zekeriya Bey 1629 yılında ölmüşlerdir. Sefevi tahtına Şah Safi, Hakkâri hakimliğine ise Şerefhan geçmiştir.

MİR İMADEDDİN ve PINYANIŞİLER

Şerefhan, Yahya Bey’in oğulları özellikle İmadeddin’in gayretleri sonucu abisi İbrahim Beyle savaşarak Hakkâri hakimliğini elde etmişti. Tahta oturduğunda Somay Bey’i Şahkulu Oğullarından Mir Aziz’in Hakkâri üzerindeki tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştı. Çünkü Mir Aziz, Hakkâri kervanlarını vurup yağma hareketlerinde bulunuyordu. Bunun üzerine Şerefhan, Çukurca (Kela Çelê)’de hüküm süren Seyyid Muhammed’den dağlı aşiretleri toplamasını istedi. O da 
pınyanışi, Dıri, Doski, Serangêli, Sılehi ve Lêwinilerden oluşan bir kuvvet hazırladı. Şerefhan bu kuvvetin komutasını İmadeddin’e vererek Somay üzerine gönderdi. Bunun üzerine Mir Aziz, Hakkâri üzerinde saldırılarda bulunmayacağına dair söz verince harekât durduruldu.

Dikkat edilirse Şahkulu Oğulları yönetimi dışında kalan Pınyanışiler, Hakkâri beylerinin yanında savaşa girmişlerdir. Bu seferin ardından Şerefhan Bey, İmadeddin’e Çehrik Kalesini verdi. Her ne kadar İmadeddin’in gönlü Çehrik’ten yana olmasa da mecburen oraya gitti. İmadeddin, İran ile Osmanlı arasındaki stratejik Çehrik kalesine gidince konumunu güçlendirmeye başladı. Bu meyanda Mir Aziz yönetimindeki Pınyanışiler ve Bıradostiler kendisine katıldılar. O da sayıları artan adamları ile beraber Hoy, Merağa, Merend, Tasuc gibi bölgelere saldırıp haraç aldı.

İmadedin’in bölgede gücü artıkça ne Osmanlı Devletine ne de Safevilere bağlılığı kaldı. Aksine Hakkâri hükümetini Şerefhan’dan almak için girişimlere başladı. Bunun için önce babasısın baş düşmanı olan Elbak Bey’i İbrahim Bey’e saldırıp bölgesini talan etti. Bunun üzerine Şerefhan, müttefik olduğu Selmas Bey’i Hamza Bey’i Çehrik üzerine saldırttıysa da Selmas askeri İmadeddin karşısında yenildiler.

Şerefhan, İmadeddin’e karşı Kızılbaşlardan yardım almaya çalıştı. Fakat Safevi destekli bütün çatışmaları İmadeddin kazandı. Tabi bu arada bölgede İmadeddin’in yıldızı parlamaya başladı ve Tebriz ile Van arasındaki geniş bir bölgede etkinlik kurmayı başardı. İmadeddin’i Safevilerle yenemeyeceğini anlayan Şerefhan, İmadeddin’in saflarında gedik açmak için kız kardeşini Pınyanışi Mir Aziz’e verdi.

Bunun üzerine İmadeddin, Şerefhan ile yürüttüğü vekâlet savaşına son vererek bizzat Hakkâri bölgelerine saldırdı. Kısa bir süre içinde Kilisa denilen yeri aldı. Bu bölge alınınca Şerefhan önce Elbak’ın ardından da Culemêrg’in düşmesinden korktu. Çünkü Elbak Hakkâri’nin kilidi idi. Elbak düşerse Culemêrg çok rahat bir şekilde düşerdi. Bunun üzerine Elbak üzerine çok kanlı savaşlar oldu ve tabi bu esnada Elbak yakılıp yıkıldı.82 İmadeddin’in Elbak üzerindeki baskısını azaltmak için Mir Aziz, Çehrik Kalesi üzerine yürüdü. Şivehelan denilen yerde iki ordu kıyasıya bir savaşa tutuştular ama Mir Aziz yenilerek kaçtı. Bu yenilgiye rağmen Şerefhan, Mir Aziz’e mücevherlerle süslenmiş bir kılıcı hediye olarak gönderdi. Buna karşılık Mir Aziz: “biz Pınyanışiler her zaman Hakkâri Miri’nin hizmetindeyiz” diyerek cevap verdi. Ardından Mir Aziz, Selmaslıların İmadeddin’e gönderdikleri haracın olduğu bir kervanı vurunca İmadeddin, Pınyanışi kalelerine saldırdı. Elbak’ın yakılıp yıkılması emrini verdi.

Elbak’ın yakılıp yıkılması haberi Şerefhan’a ulaşınca bu duruma bir son vermek için büyük bir güçle İmadeddin’in üzerine gitmeye karar verdi. Çatak’ta olan kardeşi Zeynel Beyden ve Çukurca’da olan diğer kardeşi Seyyid Muhammed’den bütün kuvvetlerini toplayarak yanına gelmelerini istedi. Ardından Kızılbaşlara haber göndererek kendilerinden top ve zahire istedi. Safeviler de Enzel’den top ve Urmiye’den de zahire ihtiyacının karşılanması ile ilgili kendisine söz verdiler. Şerefhan bu kuvvetleri ile Gever’e geldi. Safevi hanlarına haber göndererek topları göndermelerini istedi. Safevi hanları ise sözlerinden cayarak eğer bizimle Pınyanışi ve Bıradostiler üzerine yürürsen biz de seninle beraber Çehrik üzerine yürürüz dediler. Buradan Pınyanışi ve Bıradostilerin Kızılbaş hanları ile devamlı çatışma içinde olduklarını anlamaktayız. Şerefhan bunu kabul etmedi. Ardından Elbak’a geldi. Orada Pizan Kalesi hakimi olan diğer kardeşi İbrahim Bey de kendisine katılınca askerlerinin sayısı beş bine ulaştı. Bu esnada Elbak’ın yakılıp yıkılmasından dolayı iaşe sıkıntısı çekilmesi ve kışın başlamasından dolayı gelecek sene baharla beraber tekrar toplanarak İmadeddin’in üzerine yürümeye karar verdiler. Ama yine de Sılehi, Serangêli, Pınyanışi ve Dırilerden oluşan üç bin kişilik bir orduyu Çehrik üzerine gönderdi. Bu ordu fazla bir şey yapamadan geri döndü. Şerefhan’ın kuvvetleri dağılınca Elbak halkı, İmadeddin’e tabiiyetlerini bildirdiler.

Şerefhan, Elbak’ın düştüğünü öğrenince İmadeddin’e karşı tek başına savaşamayacağını anladı. Bu arada Safevi şahı Şah Safi 1632 yılında Gürcistan ahalisini baştanbaşa kendisine bağlayarak Tebriz’e geldi.85 Bunu duyan Şerefhan bir adamını şaha göndererek İmadeddin’e karşı yardım istedi. Van’ı almak için eline iyi bir fırsatın geçtiğini anlayan Şah, Şerefhan’ın ulağına istedikleri yardımı göndereceklerini bunun için Bey’inin ordusunu hazırlamasını söyledi. İmadeddin’e karşı Şerefhan’a yardım bahanesiyle sınıra yaklaşan Şah, 1633 Eylül’ünde ani bir hücumla Van’a saldırarak İskeleyi aldı.86 Ardından Şerefhan’a haber göndererek önce Van’ı alalım sonra beraber Çehrik’i alırız diye haber gönderdi. Bu esnada Vali Murtaza Paşa, Van Kalesinde savunmaya geçti. Halil paşa da Van’a yardıma gönderildi. Murtaza Paşa, Şerefhan’a mektup göndererek Hakkâri Bey’ine güvenlerinin tam olduğunu söyleyerek yardım istedi. Şerefhan çok kötü bir duruma düşmüştü. Bir yandan Şah bir yandan da Paşa kendisinden yardım istiyordu. Hazırlanıyorum bahanesiyle bekle gör tutumunu almak zorunda kaldı.

Bu fırsatı çok iyi değerlendiren İmadeddin, Murtaza Paşa’nın yardımına koştu. Halil Paşa’nın Van’a yardıma geldiği duyulunca, Safevi ordusu karşılamak için Kuskun Kıran bölgesine geldi. Çıkan savaşta Safevi ordusu yenildi ve geri çekilmek zorunda kaldı.

Murtaza Paşa, Şerefhan’a karşı İmadeddin’i Hakkâri hakimi olarak atadı. Van’a gelen İmadeddin çok iyi karşılandı. 1633 yılının kış mevsiminde Culemêrg üzerine yürüyerek kaleyi kuşattı. Bunun üzerine Mir Aziz, Somay’dan; Seyyid Muhammed Bey ise Çukurca’dan Şerefhan’ın yardımına geldiler. Fakat yardımları ulaşamadan kale düştü ve Şerefhan öldürüldü.89 Yukarıda anlatılanlardan anlaşıldığı gibi Pınyanışi beyleri, Hakkâri beyleri arasındaki taht kavgalarında Şerefhan ile, Safevilere karşı da İmadeddin ile beraber hareket etmişlerdir.

MİR İMADEDDİN ve ÇUKURCA KALESİ MUHASARASI

Şerefhan, kardeşi Seyyid Muhammed Bey’i Çukurca bölgesini yönetmek için Çukurca kalesine yönetici olarak atamıştı. Mir İmadeddin de yönetime geldiği 1634 yılında amcasını görevinde bıraktı. Seyyid Muhammed Bey Çukurca bölgesinin ekin ve adam bakımından az olduğunu belirterek Tuxub bölgesini isteyince İmadeddin adı geçen bölgenin yarısını verdi. Bunun üzerine başka yerleri istedi. İmadeddin, o istediği yerleri de kendisine verdi. Fakat Seyyid Muhammed Bey’in istekleri bitmek bilmiyordu. Bunun üzerine İmadeddin istediği bölgeleri kendisine vermeyi reddetti. Seyyid Muhammed Bey de Nesturilerden oluşturduğu bir kuvvetle Culemêrg yakınlarında birkaç köyü talan etti. İmadeddin buna bir son vermek için; Şax, Mukıs, Kakan, Qewalis, Karısan, Lêwin, Marunıs, Xani ve Pınyanışilerden oluşturduğu bir orduyu kardeşi Tatarhan (Teterxan) komutasında Çukurca üzerine gönderdi. Seyyid Muhammed Bey de Pınyanışi, Tuxubi, Tiyari ve Çelilerden bir kuvvet oluşturarak savaşa hazırlandı. Piroz Bey (Piroz Begê Çeli) de kendisine yardım ediyordu. Seyyid Muhammed’in kuvvetleri Çukurca kalesinde savunmaya geçtiler. Tatarhan, uzun süren kuşatma esnasında ancak birkaç konağı alabilmişti. Muhasara

uzayınca Berwari ve İmadiyeliler de kaledekilerin yardımına gelmişlerdi. Bunun üzerine bizzat Mir İmadeddin Dıri, Serangêl, Pınyanışi, Doski, Bıradost, Gever ve Şemdinan askerlerini de yanına alarak Çukurca Kalesini muhasara eden kardeşi Tatarhan’ın yardımına geldi. Beraberinde top da getirmişti. İmadeddin’in geldiğini duyan Berwari ve İmadiyeliler geri gittiler. Bunun üzerine kaleye kapanan Müslüman ve Nesturiler ölüm kalım savaşına hazırlandılar. Ordunun kumandasını eline alan İmadeddin uzun bir süre kaleyi toplarla vurmasına rağmen kaleyi düşüremedi. Bunun üzerine kaledeki Pınyanışiler’in maneviyatını kırmak için kardeşi Tatarhan’a, Pınyanış bölgesini yakıp yıkmasını, taş üstünde taş bırakmamasını emretti. Tatarhan, bu görevi en güzel bir şekilde yerine getirmesine rağmen kaledekilerin maneviyatını kıramadı. Uzun bir muhasaradan sonra kaledekilerin barutunun bitmesi ve kaleye giden su yollarının kapatılmasından sonra kaledekiler can emniyetlerinin sağlanacağı sözü ile kaleyi İmadeddin’e teslim ettiler.

İmadeddin daha sonra Culemêrg’e geri döndü. Bu tarihte ilk kez Çukurca bölgesinde top kullanılmıştır. Aynı zamanda asıl Pınyanış bölgesi büyük bir tahribata uğramıştır. Bılêcan köyündeki Avdel Ömeran camisinin imam- hatibi Mela Şêxızdinê Serani bu esnada öldürülmüştür.

Osmanlı padişahı Sultan IV. Murad, Şah Abbas’ın aldığı toprakları geri almak için 1635 yılında Revan seferine çıktı. 8 Ağustos 1635 yılında Revan’ı tekrar geri aldı. Revan muhasarası sürerken Urmiye bölgesinden Revan’a yardıma giden otuz bin kişilik bir Safevi ordusu Selmas yakınlarında yollarını kesen Pınyanışi Mir Aziz’in sekiz binden oluşan kuvvetleri karşısında ağır bir yenilgiye uğradılar. Mir Aziz, Safevi ordusunun bütün ağırlıklarını ele geçirerek Van’a gönderdi. Bundan dolayı bu Pınyanış kavmine “Gazikıran” ismi verildi.91 Revan kalesi alındıktan yedi ay sonra tekrar Safeviler tarından alınmıştır. Bunun üzerine Sultan, tekrar sefere çıkmış ve 1638 yılında Bağdad’ı Safevilerden almış ve ardından 1639 yılında Kasrı Şirin antlaşması ile iki taraf arasındaki sınır yeniden belirlenmiştir. Günümüz Türkiye- İran sınırları büyük ölçüde bu anlaşmaya göre oluşmuştur. Bu arada 1640 tarihinde Hakkâri hakimi İmadeddin, Van valisi Hasan Paşa tarafından öldürülmüş92 yerine İzzeddin Şêr geçmiştir.
 Temer, Yazıcı, a.g.e., s. 550- 581.
 Evliya Çelebi b. Derviş Muhammed Zılli, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, I. Cilt, IV. Kitap, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2011, s. 124.
Yıdırım, Nermin, Kara Çelebi-Zâde Abdülaziz Efendi’nin Zafername Adlı Eseri (Tarihçe-İ Feth-i Revan Ve Bağdad) Tahlil Ve Metin, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2005, s. 74.

EVLİYA ÇELEBİ ve PINYANIŞİLER

Melek Ahmet Paşa’nın himayesinde seyahatlerini gerçekleştiren Evliya Çelebi, Paşa’nın 1655 yılında Van valisi olarak atanması ile beraber Van ve Tebriz arasındaki seyahatleri esnasında Pınyanışiler’in bölgesinde dolaşarak Pınyanışiler hakkında çok değerli bilgiler vermektedir. Halep valisi olan İpşir Mustafa Paşa, idam edileceği korkusuyla çağırıldığı İstanbul’a gitmemek için Osmanlı Devleti ve Safevi Devleti arasında bir savaş çıkartmak ister. Bunun için Kasrı Şirin antlaşmasını bozacak bir durumun oluşması için uğraşır. Van valiliği döneminde tanıdığı Pınyanışi beylerine mektuplar göndererek; sulhu bozacak bir şeyler yapabilirseniz ben Van’a serdar olarak atanacağım ve Van’a serdar olarak geldiğimde de sizin has ve sancaklarınızı artıracağım diyerek onları sulha mugayir iş yapmaya teşvik eder. Bunun üzerine Pınyanışiler, Urmiye, Selmas, Dümbülü bölgelerinde yağma hareketlerine girerek on yedi bin koyun talan ederler. Pınyanışiler’in yağmaya girişmesi Safevilere sefer açmak için fırsat kollayan İpşir Mustafa Paşa’nın kışkırtması sonucu gerçekleşmişti. Bunun üzerine Safevi Şahı, Sadrazam İpşir Mustafa Paşa’dan gereğini yapmasını talep etmiş ancak hiçbir yanıt alamamıştır. Paşa, hiç ilgilenmeyince İranlılar da karşı bir yağma hareketine girişerek on bin kişilik bir ordu ile Pınyanış köylerini talan ederek kırk bin koyunu götürürdüler. Pınyanışiler, Paşa’ya mektup göndererek durumu arz ederler. Paşa da bu mektupları Sultana arz edip sulha mugayir iş yapıldığını iddia ederek Melek Ahmed Paşa’yı Acem serdarlığına tayin bahanesiyle Van’a sürer. Ancak Melek Ahmed Paşa Van’a ulaşmadan evvel İpşir Mustafa Paşa katledilince yeni sadrazam Kara Murad Paşa, sınır boylarında yaşanan meselelerin çözümü için diplomatik yolların kullanılmasını ister. Bunun üzerine Melek Ahmed Paşa, Safevi Şahı ile sınırın öte yakasındaki valilere nâmeler yazdırıp, elçilerle göndermiştir. Bu bağlamda Evliya Çelebi de Urmiye Hanı Genç Ali Han ile Tebriz Hanı Kayıtmaz Han’a nâme götürmek üzere elçi tayin edilmiş ve Pınyanışiler’in gasp edilen mallarının kurtarılması ile görevlendirilmiştir.

İşte Evliya Çelebi bu gezileri esnasında Pınyanışiler hakkında çok değerli bilgiler verir. Evliya Çelebi, Van’a yeni atanan vali Melek Ahmed Paşa’yı karşılayan Kürt beyleri içerisinde Pınyanışi beylerinin olduğunu belirtir.

Van Eyaletine bağlı hükümet ve sancaklardan bahsederken azil kabul etmez hükümetler bağlamında; Hakkâri, Bidlis, Mahmudi ve Pınyanış hükümetlerinin ismini sayar. Pınyanış Hükümeti hakkında şu bilgileri aktarır: “ bunlar da Mahmudi ad olunur, amma başka hükümettir. Van’ın doğu tarafında altı konak uzaktır. Beyleri Hasan Bey’dir. Tahtı Hasani Kalesi’dir. Bunlarını diyarının doğusu, güneyi ve kuzeyi üç konak yer Acem diyarıdır. Acem’in Urmiye hanlarından Çevlan Sultan ile müşadırlar. Gece gündüz Acem ile savaş halindedirler. Sayıları altı bin askerdir. Amma gayet kadd-i bala ve zeber-dest tüvana adamlardır. Defalarca Urmiye ve Tebriz hanlarının kırk elli bin askerini altı bin Pınyanışi gazisi ile Acem’i kırmışlardır. Bunların toprağında has, haraç, timar ve zeamet vardır. Diyar-ı Acem’de bunlara Gazikıran derler…… Yukarıda adı geçen dört hükümet fetih esnasında Sultan Süleyman ahitnameleriyle bunlara kendi vilayetleri sancak yoluyla verilmiştir ve sancak sayılırlar. Fakat yurtluk ve ocaklık üzere hükümet olup diğer umera gibi azil ve nasb kabul etmezler. Biri gitse yerini oğluna veyahut uygun bir akrabasına verirler. Başkasına verilmez. Fakat eyaletlerinde diğer sancakların toprağı gibi tahrir olunup ebvab-ı mahsulatı timar ve zeamet kaydedilen mamur köyleri vardır. Bir sefer durumunda erbab-ı timarı alaybeği ile Van Paşası sancağı altında görevlendirildikleri sefere giderler. Buna uymasalar sancakları oğluna veya yakın bir akrabasına verilir”. Evliya Çelebi Pınyanışiler’in doğusunda Beni Kotur, Bıradosti, Çevlani, Dümdümü ve Dümbülülerin yaşadığını aktarır. Bunların Kanuni Sultan Süleyman döneminde Van’a tabi olduklarını fakat Bağdad’ın alınmasından sonra (1638) Safevilere bağlandığını aktarır.

Biz buradan Pınyanışiler’in Osmanlının tam sınır hattında olduklarını geri kalanının Kasrı Şirin antlaşması ile İranlılara bırakıldığını anlıyoruz. Evliya Çelebi, savaş esnasında Van Eyaletinde asker sayısı ve askeri düzen bağlamında da şunları aktarır: “Evvela Süleyman Han ahdi üzere Ali Osman padişahı Acem diyarına gitse Van Beylerbeyi tali’a-i asker olur. Onun önü sıra Hakkâri hanı çarhacı olur. İlerisinde Mahmudi baş çarhacı olur. Onun da ilerisinde Pınyanışlı ve Çolak Mir Azizli ve Gazikıranlar sağda ve solda ve önde ince karavul olup ileride baş ve esir almak ile görevlidirler….. on iki bin asker Hakkâri’dir. Altı bin asker Mahmudi’dir. Altı bin asker Gazikıran-ı Pınyanış’dır. Beş bin asker Bitlis hanıdır”.

Burada aktarılanlardan Pınyanışiler’in, Van Beylerbeyliği içerisinde en öncü kuvvet olmakla çok önemli bir konumda bulundukları anlaşılmaktadır. Melek Ahmed Paşa, Bidlis Hanı Abdal Han üzerine gittiğinde Van Paşasına bağlı Ekrad beyleride kendisine katılmışlardır. Bu meyanda Pınyanışi beyleri de altı yüz asker ile bu savaşa katılmışlardır.

Bidlis seferi ile Abdal Bey şehri terk ederek kaçmak durumunda kalmıştır. Paşa kendisine yardım eden Kürt beylerine sefer sonrası hediyeler vermiştir. Bu meyanda “Pınyanışi Bey’ine bir hilat ve bir çeleng ve Gazikıran Bey’ine …… bir hilat-i fahire ve bir çeleng ihsan olundu” demektedir. Buradan Pınyanışiler’in Pınyanış ve Gazikıran şeklinde ikiye ayrılıp iki bey tarafından yönetildiklerini anlamaktayız.

Bidlis hanı Abdal Han meselesinden sonra Paşa, Van’a geldiğinde yeni sadrazam Kara Murad Paşa’nın sınır boylarında yaşanan meselelerin çözümü için diplomatik yolların kullanılmasını isteyen emri gelir. Pınyanışi Bey’i adamları ile Paşa’ya gelerek gasp edilen mallarının kurtarılmasını talep ederler. Melek Ahmed Paşa, Safevi Şahı ile sınırın öte yakasındaki valilere nâmeler yazdırıp Evliya Çelebiyi; Tebriz Hanı Kayıtmaz Han, Urmiye Hanı Genç Ali Han, Kotur, Çevlan, Bıradost, Harir, Dümdümü, Dümbülü, Selmas, Enzeli ve Avşarlı sultanlarına mektuplarla beraber elçi tayin edilerek Pınyanışiler’in gasp edilen mallarını geri almakla görevlendirmiştir.

10 Zilkade 1655 tarihinde Evliya Çelebi, yüz Pınyanışi ile Urmiye’ye doğru yola çıktı.100 Bu gezisi sırasında uğradığı Pınyanış kaleleri ve yerleşim yerleri hakkında bilgiler verir.
Evliya Çelebi Hoşap’a uğradıktan sonra Karahisar Kalesi ve oradan da Pınyanış Kalesine (Ustuvani Hasani) ulaşır. Bu kaleyi şöyle tanıtır: “…. Osmanlı hükmünde cümle (…) adet Hasani kalesi vardır… biri de bu Hasani kalesidir. Evc-i asumana ser çekmiş kaya üzre vaki’ olmuş kudret eli ile kale yaratılmış bir vacibü’s- seyr kaledir. Asla âdemoğlu eliyle yapılmış kargir bina duvarı yoktur. Allah’ın emri ile burç burç, beden beden kayadır. Asla yapılışında insan emeği yoktur. … hakka ki Ad kavminden kalmış ademoğlu işi gar-ı yetimanlardır. Amma kalesi küçüktür. İçinde on kadar hanesi var. Suları sarnıçtır ve zahiresi mağarlarında oldukça boldur. Lakin zalim kalenin havalesi vardır. Amma zerre kadar bu kaleye bir zeval yoktur. Zira eser-i binadan asarın yerinde yeller eser. Hatta 1034 (1625) tarihinde Kel Rüstem Han bu kaleyi sekiz ay muhasara edip toplar ile dövmesine rağmen alamamıştır. Güney tarafında bir kapısı var. Ona merdiven ile çıkılır. Merdiveni ipler ile kaleye çekilip hiçbir taraftan çıkışı yoktur. İnsandan başka bu kaleye bir hayvan giremez. Meğer murgan-ı hoş- elhanlar pervaz vurup meks edeler. İçinde bir camisi, anbarları ve su sarnıçları vardır…. Bu kaleden aşağı Berdük Deresi kenarında altı yüz adet tahtani Kürt evleri vardır. Amma etrafında rabatı yoktur. Sade hendektir. Bahçeleri yoktur amma bağları gayet çoktur. Hatta Berdük Nehri kenarında olan çemenzaristan içinde nice bin seramed ve uzun boylu kavak ağaçları vardır. Her biri başını ayyuka çekmiştir”.
-Evliya Çelebi b. Derviş Muhammed Zılli, a.g.e., I. Cilt, IV. Kitap, s. 139.
- Evliya Çelebi b. Derviş Muhammed Zılli, a.g.e., I. Cilt, IV. Kitap, s. 157.
-Evliya Çelebi b. Derviş Muhammed Zılli, a.g.e., I. Cilt, IV. Kitap, s. 176- 177.
-Evliya Çelebi b. Derviş Muhammed Zılli, a.g.e., I. Cilt, IV. Kitap, s. 179.

Evliya Çelebi, bu kale halkının çocukları hakkında oldukça ilginç bilgiler verir. “Bura halkının çocuklarının cesaretine hayranım. Bu diyarın ağaçlarına su yürümeye başladığı zaman, bütün çocuklar bir yere toplanıp her kavak ağacına yetmiş- seksen, yüz kadar çocuk tırmanırlar ve tam tepelerine kadar çıkarlar. Ağırlıktan hemen yay gibi eğilip baş aşağı olurlar. Bütün çocuklar ağacın dallarına yarasa gibi sarılıp ağacın ucu ağırlıktan ta yere yatar. Bu kere çocuklar birer birer kendilerini yere atarlar. Ağacın yükü hafifler. Üzerinde ancak kırk- elli oğlan kalır. Amma cesur olanları ta ağacın doruğunda kalır. Bu kez ağaç depreşip kalkmak ister amma üzerinde çocuk çoktur. Birden on kadar çocuk kendini yere atınca kavak gürlenip kalkarak ta öbür tarafa yere eğilir. Bu hal üzerine zavallı ağaçlar hep yatar kalkar. Gariptir hiçbir diyarda kavak ağaçlarının böyle iki tarafa bükülme ihtimali yoktur. Her gün bütün çocuklar ikindi vaktinden sonra hocalarından serbest kalınca o ağaçların üzerinde şakalar edip oynaşırlar. Acaip seyredilecek bir şeydir… gayet necip ve reşid çocukları var. Bir sengistan ve cezire zemin olmakla babalar bu sınır boylarında çocuklarını ihmal etmişlerdir. Çünkü bu şehirde ancak bir cami, bir mescid ve misafir için bir han var. Bir hamam veya çarşı yoktur. Fakat İpşir Paşa tahriki ile Halep’ten Kızılbaş bu kavmin kırk bin koyununu alıp götürdü. Bu koyunların tahsili ile ilgili olarak memur edildiğimiz Pınyanışi kavmi bunlardır. Bunun için bu kavim bize ikram edip adı geçen ağaçlar sayesinde bizi eğlendirdiler. Suyu ve havası gayet latiftir”.

Evliya Çelebi, Pınyanış kavminin durumu babında da şunları aktarır: “sene 955 (1548) tarihinde Sultan Süleyman Han’a itaat edip yine kendi vilayetlerinin ebvab-ı mahsulatlarıyla ocak Bey’i olmuşlardır. Topraklarında timar ve zeamet yoktur. Tabl ve alem sahibi mir-i mükerremdir. Cümle altı bin adama maliktir. … Lakaplarında ümerayı Pınyanış diye tahrir olunur. Aklı gözünde, sadıklık özünde, şimşir belinde, hançer elinde ateşpare adamlardır. Ve gayet ankalardır. Hile ve aldatmadan uzaktırlar. Bunlardan bizimle Van’dan gelen yüz nefer adamları kalıp on nefer adamlarıyla Acem tarafına revane olduk”.

Pınyanış Kalesinden sonra Evliya Çelebi ve beraberindekiler yine Pınyanış hududunda olan üç yüz haneli Pınyanış köyü Rubacık Sultan’dan geçerek Kotur kalesine oradan da Albak Kalesine ve oradan da Pınyanışilere ait Karnıyarık Kalesine geçerler. Karnıyarık kalesini şu şekilde betimler: “Berdük Sultanı hükmünde bir kuh-u bala üzere Şeddadi-bina bir kale-i ziba ve şekli murabbadan tulanice vaki’ olmuştur. Küçük bir kaledir amma hayli ali püşte üzeredir… içinde ancak bir cami ve bir sarayı ve üç yüz tifenklisi vardır. Aşağı taraftaki rabatında bin adet mamur evleri vardır. Bağ bahçe ve havuzları vardır. Birçok cami, han, hamam ve dükkanları vardır.

Karnıyarık kalesinden sonra Hopaş’tan Berdük Kalesine geçerler. Pınyanışiler’in denetiminde olan bu kaleyi de şöyle anlatır: “bu kale Acem hududu içre vaki’ olmuştur. Van Eyaletinde Pınyanış hükmündedir. Acemin yağmaladığı koyunların çoğu bunlarındır. Zira yaylaları Avşarlı kavmi ile müşadırlar. Bu yüksek kalenin banisi 1025 (1616) tarihinde Pınyanışi beylerinden Çolak Mir Azizi yapmıştır. Bu Berdük Kalesi Pınyanışinin Hasani Kalesine oldukça yakındır… Cümle Pınyanışi karşılamaya çıkıp bizi bağlarında misafir ettiler. Berdük Kalesi yararlı ve muhtasar küçük bir kaledir. Hendeği yoktur. Doğu tarafında ağaçtan bir kapısı vardır. Etrafı sekiz yüz adımdır. İçinde iki yüz kadar odaları vardır. Neferleri yine Pınyanış kavmindendir. Üç toçuağzı var ve bir camii var. Dükkanları, han ve hamamları yoktur. Amma her ne murat edersen kıymetli eşyalar oldukça ucuza bulunur. Çünkü Acem diyarı ile komşudur ve Acem içindedir. Kalenin taşra tarafında Davdan Nehri kenarında üç yüz adet bağ ve bahçeli ve kavak ağaçlı mamur bir rabatı vardır. Küçük bir kasabadır. Bir camisi Çolak Mir Azizindir… Bu rabatta ancak üç bin Pınyanış genci sakin olur. Defalarca Acem diyarına girip şahın hanlar hanını defalarca yenmişlerdir. Azgın ve cesur olan sert bir kavimdir. Cümle başlarında Kızılbaş serbendleri üzre çelengli gençlerin her biri beşer onar tıraşsız Kızılbaş başlarını ateşten kılıçları ile tıraş edip kılıçlarını arşa asmışlardır. Hala komşu oldukları Urmiye hanı ve Tebriz hanı ve bütün Acem sultanları bunlara zahire yükleri, atlar ve ipeklerden hediyeler göndererek şerlerinden emin olmaya çalışırlar. Amma Kızılbaş büyük bir asker ile üzerlerine gelerek kırk bin koyunlarını aldılar ve bizim onların koyunlarını almamız için görevlendirildiğimiz kendileri tarafından öğrenilince bizimle Urmiye hanına gelmek istediler”.

102 Evliya Çelebi b. Derviş Muhammed Zılli, a.g.e., I. Cilt, IV. Kitap, s. 182.
103 Evliya Çelebi b. Derviş Muhammed Zılli, a.g.e., I. Cilt, IV. Kitap, s. 184.
104 Evliya Çelebi b. Derviş Muhammed Zılli, a.g.e., I. Cilt, IV. Kitap, s. 184- 
Berdük Kalesinden sonra heyet hem Acem hem de Pınyanışilere tabi olan Kend-i Hine ve oradan da Gazikıran (Pınyanışilere) tabi olan Kend-i Harir’e geçip ardından Gazikıran Kalesine ulaşırlar. Pınyanışilere ait Gazikıran Kalesi hakkında şu bilgileri aktarır: “bu kaleyi Hakkâri beyleri bina etmişlerdir. Bazen Acem eline bazen de Osmanlı eline geçip Van’da Pınyanışi beylerinin Gazikıran’ın ocak beyleri hükmündedir. Bu kavmin yarısı Acem’e tabidir. Çünkü köyleri, kentleri ve mezraları, bağ ve bahçeleri cümle Acem toprağındadır. Kaleleri sarp olduğu için Osmanlıya tabidirler. Amma yine de Mahmudi’nin Pınyanışi kavminden Gazikıranlardandırlar. Amma çoğu Acem’e tabidirler… Gazikıran Kalesi, Urmiye sahrasına bakan yalçın bir kaya üzerinde şekli murabba’ bir küçük köhne bina ve sarp güzel bir kaledir. Kale içinde on hanesi ve bey sarayı vardır. Amma mükellef ve havadar olan mamur bir saraydır. Bey’i ocaklık hakimidir. Hala bin askere sahiptir. Ebvab-ı mahsulatı kendine has-ı hümayun kayd olunmuştur. Toprağında timar ve zeameti cidda yoktur. Mefruz’ul- kalem ve Maktu’ul- Kademdir diyerek ellerinde hattı şerifler vardır. Acem galebe ederse Acem’e tabi olurlar. Onun için Cuma günleri camilerinde hutbe içinde önce Osmanlı sonra İran şahını yad ederler. Amma Osmanlıyı daha fazla severler. Ah Osmanlı bir kere daha gelse diye ah ederler. Zira Acem ile Osmanlı sulh (Kasrı Şirin) edeli fakir olduk derler”.Bu anlatılanlardan sınır boyundaki Pınyanışilerin savaş esnasında daha zengin oldukları barış esnasında ise fakirleştiklerini anlıyoruz. Bu da büyük ihtimalle savaş esnasında ganimet, talan ve yağma ile zenginleşmelerine dayanmaktadır.
Gazikıran bölgesinden sonra artık İran sınırı başlamaktadır. Urmiye’ye ulaşan Evliya Çelebi burada Urmiye hanı Genç Ali Han ile bir görüşme yapar. Buradaki görüşmede İranlılar Pınyanışilerin sulha muğayir iş yaptıklarını, kendilerine ait koyunları yağmaladıklarını ifade ettiler. Kendilerinin bu işi çözmesi için İpşir Paşa’ya başvurduklarını fakat Paşa’nın ilgilenmemesi sonucu kendilerinin karşı bir yağma hareketine giriştiklerini anlattılar. Buna mukabil Evliya Çelebi, Kasrı Şirin antlaşmasını hatırlatarak antlaşmaya göre iki taraf vurgun ve talan yapmayacak ve asker çıkarıp top ve nefir ile tüfenk atılmayacaktı. Duruma göre Pınyanışiler gece baskınları ile top ve tüfenk kullanmaksızın yağmada bulunmuş buna mukabil Acem tarafı ise on bin kişilik bir ordu ile Pınyanışilere top ve tüfek ile saldırmışlardır. Bunun için Pınyanışilerin zararı sulha göre giderilmek zorunda idi. Bunun üzerine Genç Ali Han, Pınyanışilerin talan edilen koyunlarını geri iade etmek zorunda kaldı.
 Evliya Çelebi b. Derviş Muhammed Zılli, a.g.e., I. Cilt, IV. Kitap, s. 185.
 Evliya Çelebi b. Derviş Muhammed Zılli, a.g.e., I. Cilt, IV. Kitap, s. 188- 190.
18. YÜZYILDA OSMANLI ve İRAN ARASINDA PINYANIŞİLER

Kasrı Şirin antlaşmasından sonra uzun bir süre Osmanlı ve Safeviler arasında herhangi bir çatışma yaşanmadı. Yukarıda Evliya Çelebinin de Pınyanışilerin dilinden aktardığı: “Zira Acem ile Osmanlı sulh (Kasrı Şirin) edeli fakir olduk” cümlesi sulh döneminde sınır boylarındaki sessizliğin bazen olumsuz sonuçlarını da gözler önüne sermesi bakımından önemlidir. XVIII. yy’a gelindiğinde Afgan ve Lezgi isyanları ile dağılmanın eşiğine gelen Safevi Devleti’nin topraklarına, 1722 yılında Rusya’nın müdahale etmesi; Osmanlı Devleti’nin bunu fırsata çevirerek 1723 yılında Safevi topraklarını işgale başlamasına yol açmıştı. Osmanlı kuvvetleri kısa sürede Safevi Devleti’nin batısındaki Tiflis, Gence, Revan, Tebriz, Hemedan ve Kirmanşah gibi bölgeleri işgal etti. Fakat neticede 1727’de yapılan barış antlaşması ile Osmanlı Devlet’i işgal ettiği Safevi topraklarını elinde tutmayı başardı. Bu arada ortaya çıkan Nadir Şah, Afganlıları 1729’da Safevi topraklarından çıkardı ve ardından Osmanlı Devleti ile giriştiği mücadelede hem Osmanlı kuvvetlerini Safevi topraklarından çıkardı, hem de Safevi hanedanını yıkıp 1736’da kendini şah ilan etti. Böylece İran’da 221 yıllık Safevi Devleti yıkılıp yerine yeni bir devlet ve hanedan kuruldu. Nadir Şah, 1746 yılına kadar Osmanlı Devleti ile savaştı. Sonunda, 1746’da Osmanlı Devleti ile Kerden barış antlaşmasını imzalayarak savaşa son verdi. Osmanlı Devleti’nin 1723’de başlayan İran macerası Osmanlı Devleti’ne hiçbir yarar sağlamadı.

İşte bu dönemdeki savaşlarda Pınyanışiler’in tekrar boy gösterdiğini görüyoruz.
1723 yılında İran’ın hem iç karışıklıklar hem de Rusya ile savaş halinde olması Osmanlı Devleti’nin İran’a yönelik hamle yapması için uygun bir ortam sundu. Aynı yılın kış ve bahar ayları boyunca gerekli hazırlıklara girişen Osmanlı Devleti, Erzurum Valisi Vezir Silahdar İbrahim Paşa’nın seraskerliğinde Haziran 1723’te İran cephesini açtı.108 Bu meyanda Tebriz’in alınması için Van valisi Vezir Köprülüzade Abdullah Paşa 1723 Ağustos aylarının sonuna doğru tayin edildi. Paşa, hazırlıklarını tamamladıktan sonra 1724 yılının ilkbaharında harekete geçti. Fakat Tebriz üzerine yürümeden önce hem askerî hem de lojistik açıdan Safevilerin erzak ve mühimmat depolamak için kullandığı Hoy ve Çors üzerine yürüdü ve 16 Mart 1724’de Hoy kalesini kuşattı. 53 günlük kuşatmadan sonra Hoy kalesi alındı. Hoy’un düştüğünü haber alan Çors ahalisi de Mayıs ayının ortalarına doğru Osmanlı kuvvetlerine teslim oldu.
Külbilge, İlker, 18. Yüzyıl’ın İlk Yarısında Osmanlı- İran Siyasi İlişkileri (1703- 1747), Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler 
Enstitüsü, İzmir, 2010, s. 344- 348.
108 Külbilge, İlker, a.g.e., s. 113.

Bu bölgelerin alınmasından önce bölgede önemli bir güç olan Pınyanışiler Hatemhan Bey önderliğinde Selmas bölgesinin Osmanlı Devletine bağlanması noktasında büyük yardımlarda bulundu. Bundan dolayı hakimi olduğu Somay sancağına ek olarak Selmas ve nahiyeleri olan Kürd Kıran, Enzel ve Karabağ da kendisine verildi. Çelebizade Asım Efendi bu durumu şöyle aktarmaktadır: “İtaat-i ahali-i Selmas ve Kürdkıran ve Karabağ ve Enzel. Kürd beylerinden yurtluk ve ocaklık olarak Somay sancağına mutasarrıf olan Hatemhan Bey’in memur olduğu başarılı seferde başarılı hizmetleri ve ‘avatıf-ı sultaniyyeye kesb-i liyakat ettiğinden kadim ecdadı yurdu olan Selmas sancağı ve bu sancak civarında olan Kürdkıran, Karabağ ve Enzel nahiyeleri halkını Osmanlı Devletine itaat ettirmekle, o bölgeleri can ve malı pahasına korumakla adı geçen bölgeler Somay Sancağına eklenerek ve hükümet şekli ile senelik miriye dört bin kuruş ile Tebriz Seraskeri Abdullah Paşa tarafından kendisine verildi. Ayrıca Hatemhan unvan-ı hükümet ile maksud-ı akran kılındı

Hoy ve Çors bölgelerinin alınması esnasında da Pınyanışilerin katkısını: “fethi Hoy ve Çors. .. Kabail ve aşiretlerinin savaşabilen adamları ile Somay hakimi Hatemhan ve eski Hakkâri şimdiki Elbak Bey’i İbrahim Bey .. Hoy taraflarına yönlendirildi” diyerek belirtmektedir.
Osmanlı ordusu, Ağustos başlarında Hoy’un güneyindeki Tasuc’u ele geçirdi. Van valisi Abdullah Paşa, burada 13 gün kadar konakladı. Bu süre zarfında Paşa, seferin güvenliği ile ilgili tedbirler aldı. Afşar taifesinin, ordu Tebriz kuşatmasında iken, zahire hatlarını vuracağı haberi alındığından; buna engel olunması için o sırada Urmiye kuşatmasında olan Hakkâri hakimi bu işe memur edildi.
Boğazlıyanlızade Mu109
Külbilge, İlker, a.g.e., s. 118- 119.
110 Çelebizade Asım Efendi, Çelebizade Asım Tarihi, (Transkripsiyonlu Metin Ali Aktaş), 2008, s. 55, www.yazoku.net, o8. 18. 2014.
111 Çelebizade Asım Efendi, a.g.e., s. 55.
112 Külbilge, İlker, a.g.e., s. 141- 142.
113 Külbilge, İlker, a.g.e., s. 142.

Ağustos sonlarına doğru Tasuc’dan Tebriz’e hareket eden Osmanlı ordusu, 31 Ağustos günü Tebriz önlerine geldi. Kuşatma 1 Eylül günü başladı. Fakat hem sefer mevsimi olmaması hem de güçlü direniş Tebriz’in düşmesini engelledi. Kuşatma esnasında Osmanlı ordusuna yardım getiren Halep Valisi İbrahim Paşa’nın üzerine bir saldırıda bulundular.

Yardım kuvvetleri üzerine yapılan bu saldırıyı def etmek için Abdullah Paşa’nın bayraklarıyla Hammed Paşa ve Selim Paşa, Binanişin (Pınyanışi) hakimi Hatemhan Bey süratle o tarafa yönlendirildi. Bunun üzerine Kızılbaş hanları, adı geçen Osmanlı kuvvetleri karşısında yenilerek yedi yüz gülle, altmış bir adet zenburek, iki şahi topu meydanda bıraktılar.114 Yoğun kar yağışı ve askerde bıkkınlık görülmesi üzerine Osmanlı kuvvetleri kuşatmaya son verdi. Asker kışı Tasuc’da, Paşa ise kışı Hoy’da geçirdi. 1725 kışı boyunca Abdullah Paşa, Tebriz’in alınması için kuvvet topladı.115 Bu meyanda Çelebizade Asım Efendi, Tebriz kuşatması için Osmanlı kuvvetleri ile hazır bulunan Kürt beyleri arasında Pınyanışi Bey’i Hatemhan Bey’i de sayarak şöyle der: “.. altı yüz nefer ile Mahmudi hakimi ve altı yüz nefer piyade ile Bitlis hakimi ve dört yüz nefer piyade ile Somay mea Selmas nevahi-i Kürdkıran, Karabağ ve Enzel hakimi… beş yüz nefer piyade ile Elbak hakimi. … ulufe ve bahşişleri miriden verilmek üzere Hakkâri tarafından iki bin piyade… Tasuc kışlağında toplandı”.116 28 Temmuz 1725’de başlayan Tebriz kuşatması dört gün sonra Tebriz’in düşmesiyle bitti.
1725 yılının Aralık ayının sonlarında Urmiye’nin de Osmanlı hâkimiyetini kabul ettiği haberi İstanbul’a ulaştı.

Pınyanışilere ait Somay bölgesi 1673, 1680, 1702 tarihlerinde Yurtluk- ocaklık statüsünde sancak olarak görünmektedir.119 Yine 1717, 1719, 1730, 1740, 1750 tarihlerinde de Somay bölgesi Somay Maa (ile) Selmas Hükümeti (Selmas’ın Kürd Kıran, Karabağ ve Enzel nahiyeleri ile birlikte) hükümet statüsünde görünmektedir.120 Bunun dışında yine Pınyanışilere ait Belican (Bılêcan) sancağı 1673, 1700, 1717, 1719, 1722, 1730, 1740 ve 1750 tarihlerinde yurtluk- ocaklık statüsünde görünmektedir.
114 Çelebizade Asım Efendi, a.g.e., s. 105.
115 Külbilge, İlker, a.g.e., s. 143.
116 Çelebizade Asım Efendi, a.g.e., s. 127.
117 Külbilge, İlker, a.g.e., s. 143- 144.
118 Külbilge, İlker, a.g.e., s. 146.
119 Kılıç, Orhan, “Ocaklık Sancaklarının Osmanlı Hukukunda ve İdari Tatbikattaki Yeri”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, c. 11, Sayı: 1, Elazığ Ocak 2001, s. 262- 263; Kılıç, Orhan, 18. Yüzyılın İlk Yarısında Osmanlı Devleti’nin İdarî Taksimatı, Eyalet ve Sancak Tevcihatı, Ceren Matbaacılık, Elazığ, 1997, s. 69; Kılıç, Orhan, “Van Eyaletine Bağlı Sancaklar ve İdari Statüleri (1558- 1740)”, Osmanlı Araştırmaları (The Journal of Ottoman Studies), XXI, İstanbul, 2001, s. 192.
120 Kılıç, Orhan, “XVIII. Yüzyılın İlk Yarısında Osmanlı Devleti’nin Eyalet ve Sancak Teşkilatlanması”, Osmanlılar, VI, YTY, Ankara, 1999, s. 98; İnbaşı, Mehmet, “Van Valileri”, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Prof. Dr. Zeki Başar Özel Sayısı, Sayı: 29, Erzurum, 2006, , s. 197- 198.
121 Kılıç, Orhan, “Ocaklık Sancaklarının Osmanlı Hukukunda ve İdari Tatbikattaki Yeri”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, c. 11, Sayı: 1, Elazığ Ocak 2001, s. 262- 263; Kılıç, Orhan, “XVIII. Yüzyılın İlk Yarısında Osmanlı Devleti’nin Eyalet ve Sancak Teşkilatlanması”, Osmanlılar, VI, YTY, Ankara, 1999, s. 98; Kılıç, Orhan, “Van Eyaletine Bağlı Sancaklar ve İdari Statüleri

26 Mart 1724 tarihinde Somay Maa Selmas Hükümeti, Hatemhan Bey’e tevcih edilmiş, 18 Şubat 1724’te de Belican sancağı Murtaza Bey’e tevcih edilmiştir.122 1740 yılına kadar bunların görevleri başında oldukları anlaşılmaktadır.123 1750 tarihinden 18oo yılına kadar Somay yurtluk- ocaklık olarak varlığını sürdürmüştür.
XIX. YÜZYIL BAŞLARINDA ŞAHKULU OĞULLARI ve YIKILIŞ DÖNEMİ
XIX. yy’ın başlarından itibaren Azerbaycan ve Kafkas bölgelerinde Rusya etkinliğini artırırken Osmanlı ve İran oldukça zayıflamıştır. Bu devletler kendi aralarında birçok kez savaşmış ve bu savaşlar esnasında sınırlar sık sık değişime uğramış, bölge büyük bir yıkıma uğramıştır. Osmanlı ve İran sınırında yaşayan aşiretler sınır bölgesini doğal bir yaşam alanı olarak gördüklerinden iki devletin otoritesinin oldukça azaldığı bu dönemde kesin hatları belli olmayan bu sınır boylarında başa buyruk hareket etmişlerdir. Onları denetim altına almak isteyen İran veya Osmanlı devletleri arasındaki çekişme onların yaşam tarzlarını yeniden şekillenmesine ve hareket alanlarını değişmesine sebep olmuştur. Bu otorite savaşları içerisinde Kürt beyleri ve aşiretleri iki devlet arasında gidip gelmiştir. 1803-1817 Rusya ve İran arasında yaşanan savaşlarda maişetlerinin temini ve bütün yükümlülüklerden muafiyetleri karşılığında Azerbaycan hakimi Şehzade Abbas Mirza, Kürt beylerini ve aşiretlerini kendi tarafına çekmeyi başardı. Bu meyanda Rusya’ya karşı Hakkâri Bey’i Mustafa Bey’den yardım talebinde bulunmuş fakat Mustafa Bey ret etmiş ama Hakkâri Bey’ine bağlı olan Şahkulu Oğullarının son temsilcisi İsmail Bey Bılêli’yi yardıma ikna etti. Bunun üzerine Hakkâri emiri İsmail Bey üzerine yürüdüyse de başarılı olamadı.

Bu dönemde Van valisi olan Derviş Paşa başına buyruk hareket ederek ahaliye zulmetmeye başlamıştır.
(1558- 1740)”, Osmanlı Araştırmaları (The Journal of Ottoman Studies), XXI, İstanbul, 2001, s. 193; İnbaşı, Mehmet, “XVIII. Yüzyılda Bitlis Sancağı ve İdarecileri”, A. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı: 33, Erzurum 2007, s. 248-249.
122 Muş, Bulanık’ta Pınyanışi bölgesi olarak Bilinen Bilican dağında Murtaza Bey Kalesi diye bilinen eski bir kale bulunmaktadır. Bu durum Bılêcan sancağının bu bölgede olduğuna dair bir intiba uyandırmaktadır.
123 Kılıç, Orhan, 18. Yüzyılın İlk Yarısında Osmanlı Devleti’nin İdarî Taksimatı, Eyalet ve Sancak Tevcihatı, Ceren Matbaacılık, Elazığ, 1997, s. 196.
124 İnbaşı, Mehmet, a.g.m., s. 248-249.
125 Bingül, Şeyhmus, Tanzimat Dönemi Merkezileşme Çabaları Sürecinde Van Ve Çevresindeki Aşiretlerin İskan Ve Adaptasyon Problemleri, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2013, s. 105.
126 Nızar Eyub Guli, Muhtasar Ahvali Umera, Kurteyak Jı Diroka Mirên Hekari, Spirêz Yay., Duhok, 2012, s. 173.

Hem Derviş Paşa’nın zulmü hem de Abbas Mirza’nın Rusya’ya karşı yardım baskısına daha fazla dayanamayan Hakkâri Bey’i Mustafa Bey de 1814’te İran’a tabi oldu.127 Derviş Paşa’nın Osmanlı Devletine isyan etmesinden dolayı yakalanarak 1819’da idam edildiğinde Mustafa Bey, Van’a gelerek tekrar Osmanlı Devletine tabi oldu.

1822-1823 tarihlerinde İran, Somay ve Bıradost bölgelerine asker sevk ederek bölgedeki ileri gelenleri ele geçince bunların sahip oldukları topraklar fiilen İran’ın denetimine geçti. Bölgede o dönemde hiçbir Osmanlı memuru bulunmuyordu. Bu nedenle Osmanlı bu durumdan geç haberdar olmuştu.129 Bu bölgeler 1906- 1907 yılına kadar İran’ın egemenliğinde kalmıştır. 1828 yılında Rusya’nın İran ve 1829’da Osmanlı ile savaşları neticesinde Osmanlı ve İran’ın Kafkasya bölgesinde hakimiyetleri yok olmuş, Osmanlı ve İran sınırı olan Azerbaycan ve Van bölgesinde de Rusya’nın etkinliği artmıştır. Bu savaşlardan sonra 1834’de Osmanlı ve İran sınır tespiti ve Van Eyaleti’ne bağlı Hakkâri Sancağındaki bazı yerlerin tahliye ve teslimi ile ilgili konularda görüşmek üzere toplanmışlardır. Van ile Hakkâri bölgesinde iki devlet arasındaki sınır tanzimi noktasında, neredeyse ihtilaf kalmayacak derecede önemli kararlar alınmasına rağmen Somay ve Bıradost bölgeleri yine İran’ın elinde kalmıştır.
Osmanlı Devleti 1833’te başladığı merkezileşme hareketleri ile 1849 yılına kadar bütün Kürt beyliklerini ortadan kaldırmıştır. Yüzlerce yıl kendi beyleri tarafından yönetilen Kürt toplumu büyük bir değişim sürecine girmiştir. Beylerden boşalan otoriteyi ağalar ve şeyhler doldurmaya başladığı gibi beylikler şeklinde örgütlenmiş olan Kürt toplumu aşiretler halinde daha alt parçalara bölünmeye başlamıştır. Osmanlı- İran ve Rusya arasındaki savaşlarda değişen sınırlar neticesinde büyük göç dalgaları olmuş, bölgenin demografisi altüst olmuştur. Kafkasya ve Kuzey Azerbaycan’da yaşayan göçebe Kürt ve Türkmen aşiretler Van bölgesi ve kuzeyine yerleşerek yeni bir güç halinde ortaya çıkmaya başlamışlardır. Hayderan, Sıbki, Celali, Mılli ve özellikle Şikakiler daha gözle görülür bir şekilde ortaya çıkmışlardır.

127 Uluerler, Sıtkı, XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Osmanlı- İran Siyasi İlişkileri (1774- 1848), Yayımlanmamış Doktora Tezi, Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elazığ, 2009, s. 266.
128 Hakan, Sinan, Osmanlı Arşiv Belgelerinde Kürtler ve Kürt Direnişleri (1817- 1867), Doz Yay., İstanbul 2007, s. 38.
129 Gencer, “Fatih, Merkezîleşme Politikaları Sürecinde Yurtluk-Ocaklık Sisteminin Değişimi”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, c. 30, Sayı: 49, 2011,s. 79.
130 Bingül, Şeyhmus, a.g.e., s. 387- 388.

Bir zamanlar Osmanlı ve İran sınırı boyunca uzanan hatta etkin olan Mahmudi, Hakkâri, Pınyanışi ve Xani aşiretleri bunlar karşısında etkinliklerini kaybetmişlerdir. Mesela 1828 yılında Ruslar tarafından işgal edilen Selmas ve Çehrik Kalesi, 1864 yılında Avdoyiler (Şikaki) tarafından ele geçirildi.132 Bütün bunlar bize Kürt özerklik döneminin yok oluşu ile Kürt aristokrasisinin el değiştirmesi şeklinde ortaya çıkan değişim sürecini gözler önüne sermektedir. Bu dönemde Şahkulu Oğulları öncülüğünde kurulan, bazen yurtluk- ocaklık bazen de hükümet statüsünde varlığını devam ettiren Pınyanış beyliği dağılmış ve Somay, Selmas, Serelbak, Şipiran ve Başkale Pınyanışileri şeklinde daha küçük alt kollara ayrılmıştır. Örneğin 1849’da sürgüne gönderilen son Hakkâri Bey’i Nurullah Bey’den sonra Hakkâri bölgesinde direnişe destek veren Yüksekova Pınyanışileri ağalarından olan Xırwata’lı (Büyükçiftlik Beldesi) Mehmed Ağa, Mirza Ağa ve Bılêcanlı Nazır Ağa’nın da yakalanarak sürgüne gönderilmesi

Şahkulu Oğullarının etkinliklerini tamamen kaybettiğini göstermektedir.
1905’te Rusya’nın Azerbaycan topraklarındaki ilerleyişine de tedbir olmak üzere, Osmanlı Devleti, 1906–1907 tarihleri arasında son kez Urmiye, Selmas, Hoy, Somay, Bıradost ve Enzel bölgelerini ele geçirmişse de

iki devlet arasındaki hudut meselesi 1913 İstanbul protokolü ile çözülmüş ama I. Dünya savaşı nedeniyle uygulanamamıştır. Böylece Pınyanışiler’in yaşadığı Soma, Selmas, Şipiran, Enzel ve Urmiye bölgeleri kesin olarak İran yönetiminde kalmıştır.

131 1843 ve 1847 yılları arasında Osmanlı ve İran arasındaki sınır sorunlarını halletmek için toplanan iki devlet heyetlerinin tartışmaları ve özellikle Osmanlı temsilcilerinden Enveri Efendi’nin bölge aşiretleri hakkında verdiği malumat. Bkz. Aykun, İbrahim, Erzurum Konferansı (1843- 1847) ve Osmanlı- İran Hudut Antlaşması, Yayımlanmamış Doktora tezi, Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum, 1995, s. 153- 158.
132 Bolat, Gökhan, Ermeni Meselesi’nde İran’ın Rolü ve Osmanlı- İran İlişkilerine Etkileri (1876- 1909), Yayımlanmamış Doktora Tezi, Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri, 2010, s. 21.
133 Hakan, Sinan, a.g.e., s. 276.
134 Sarıkçıoğlu, Melike, Osmanlı- İran Hudut Anlaşmazlıkları (1847- 1913) ve 1913 İstanbul Protokolü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta, 2009, s. 109- 111.

KAYNAKÇA
Aydoğmuşoğlu, Cihat, Şah Abbas ve Zamanı, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2011.
Aykun, İbrahim, Erzurum Konferansı (1843- 1847) ve Osmanlı- İran Hudut Antlaşması, Yayımlanmamış Doktora tezi, Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum, 1995.
Bidlisi, Şerefhan, Şerefname, (Çev: M. Emin Bozarslan), Deng Yay., 3. Baskı, İstanbul 2006.
Bingül, Şeyhmus, Tanzimat Dönemi Merkezileşme Çabaları Sürecinde Van Ve Çevresindeki Aşiretlerin İskan Ve Adaptasyon Problemleri, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2013.
Bolat, Gökhan, Ermeni Meselesinde İran’ın Rolü ve Osmanlı- İran İlişkilerine Etkileri (1876- 1909), Yayımlanmamış Doktora Tezi, Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri, 2010.
Çelebizade Asım Efendi, Çelebizade Asım Tarihi, (Transkripsiyonlu Metin Ali Aktaş), 2008, www.yazoku.net.
Esin, Zafer, Osmanlı Klasik Döneminde Van Gölü Havzasında Yaşanan Ayaklanma ve Eşkıyalık Faaliyetleri, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Van, 2007.
Evliya Çelebi b. Derviş Muhammed Zılli, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, I. Cilt, IV. Kitap, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2011.
Gencer, “Fatih, Merkezîleşme Politikaları Sürecinde Yurtluk-Ocaklık Sisteminin Değişimi”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, c. 30, Sayı: 49, 2011.
Hakan, Sinan, Osmanlı Arşiv Belgelerinde Kürtler ve Kürt Direnişleri (1817- 1867), Doz Yay., İstanbul 2007.
İnbaşı, Mehmet, “Van Valileri”, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Prof. Dr. Zeki Başar Özel Sayısı, Sayı: 29, Erzurum, 2006.
__________: “XVIII. Yüzyılda Bitlis Sancağı ve İdarecileri”, A. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı: 33, Erzurum 2007.
İskender Bey Türkmen, Târih-i Alem Arayi Abbasi, I, Haz. İrec Afşar, Müessese-i İntişârât-ı Emîr Kebîr, Tahran, 1387.
42
Uluslararası
Tarihte Hakkari
Semposyumu
İzgi, Şuayib, 986 (1578) Tarihli 32 Numaralı Mühimme Defteri: (s. 201-400) Transkripsiyonu ve Değerlendirilmesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, İstanbul 2006.
Kaplan, Yaşar, ‘’Tarihte Hakkâri, Şemdinan, Bahdinan ve Nehri’’, Uluslararası Seyyid Taha-i Hakkâri Sempozyumu Bildirileri (24-26 Mayıs 2013), Hakkâri Valiliği Yayınları, İstanbul, 2014.
Kılıç, Orhan, “Yurtluk-Ocaklık ve Hükümet Sancaklar Üzerine Bazı Tespitler”, OTAM, Sayı: 10, Ankara, 1999.
__________: “Ocaklık Sancaklarının Osmanlı Hukukunda ve İdari Tatbikattaki Yeri”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, c. 11, Sayı: 1, Elazığ Ocak 2001.
__________: “Van Eyaletine Bağlı Sancaklar ve İdari Statüleri (1558- 1740)”, Osmanlı Araştırmaları (The Journal of Ottoman Studies), XXI, İstanbul, 2001.
__________: “XVIII. Yüzyılın İlk Yarısında Osmanlı Devleti’nin Eyalet ve Sancak Teşkilatlanması”, Osmanlılar, VI, YTY, Ankara, 1999.
__________: 18. Yüzyılın İlk Yarısında Osmanlı Devleti’nin İdarî Taksimatı, Eyalet ve Sancak Tevcihatı, Ceren Matbaacılık, Elazığ, 1997.
__________: “Klasik Dönem Osmanlı İdari Sisteminde Hükümet Sancaklar: Hakkâri Hükümeti Örneği”, XIV. Türk Tarih Kongresi (9-13 Eylül 2002), Kongreye Sunulan Bildiriler, II. Cilt, I. Kısım, Ankara, 2005.
__________: XVI ve XII: Yüzyıllarda Van (1548- 1648), Van Belediye Başkanlığı, Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü, No: 6, Van, 1997.
Külbilge, İlker, 18. Yüzyıl’ın İlk Yarısında Osmanlı- İran Siyasi İlişkileri (1703- 1747), Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir, 2010.
Mirza Bey Cünabadi, Ravzatü’s- Safeviyye, Tarih-i Devri Safeviye, I, (Neşr. Gulam Rıza Tabatabaî Mecid), Bunyad Mevkufat Doktor Mahmud Avşar, Tahran, 1378.
Nızar Eyub Guli, Muhtasar Ahvali Umera, Kurteyak Jı Diroka Mirên Hekari, Spirêz Yay., Duhok, 2012.
Özkılınç, Ahmet ve diğerleri, 294 Numaralı Hınıs Livàsı Mufassal Tahrìr Defter ( 963/1556 ), T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi

Daire Başkanlığı Yayın No: 46, Defter-İ Hâkânî Dizisi: VI, Ankara 2000.
Sarıkçıoğlu, Melike, Osmanlı- İran Hudut Anlaşmazlıkları (1847- 1913) ve 1913 İstanbul Protokolü, yayımlanmamış Doktora Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta, 2009.
Sevgen, Nazmi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Türk Beylikleri, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1982.
Tekin, Zeki, “Zeynel Bey ve Oğullarının Hakkâri Hâkimliği Mücadelesi ve İsyanları”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, X/2, 2007.
Temer, Yazıcı, Mirnameya Hekariyan.
Uluerler, Sıtkı, XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Osmanlı- İran Siyasi İlişkileri (1774- 1848), Yayımlanmamış Doktora Tezi, Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elazığ, 2009.
Yaşaroğlu, Abid, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi koğuşlar 888 Numaralı Mühimme Defteri (1a-260a. tahlil ve transkripsiyon), Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 1995.
Yazıcı, Murat, 39 Numaralı Mühimme Defterinin Transkripsiyonu ve Değerlendirilmesi, (s. 119-240), Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum 2013.
Yıdırım, Nermin, Kara Çelebi-Zâde Abdülaziz Efendi’nin Zafername Adlı Eseri (Tarihçe-İ Feth-İ Revan Ve Bağdad) Tahlil Ve Metin, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2005.
Yüce, Oğuzhan, 59 Numaralı Mühimme Defterinin Özetli Transkripsiyonu ve Değerlendirmesi, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum 2007.
44
Uluslararası
Tarihte Hakkari
Semposyumu
 UYARI: Bu sitedeki bütün materyallerin her hakkı saklıdır. İzin alınmadan ve kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz ve kopyalamak suretiyle elektronik ortamda kullanılamaz ve kitaplaştırılamaz.
Not:Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir. Yazılan yorumlardan sitemiz hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz...

1 yorum:

  1. Buradaki herkese DR WALE'in kaderimi nasıl değiştirdiğini anlatmak istiyorum. Neredeyse on beş yıldır bir otomobil şirketinde pazarlamacı olarak çalışıyordum ve belirli bir meslektaşım ev satın alırken faturalarımı ödemek için zar zor komisyon aldım. Onun hakkında kafam karıştı çünkü herkes onun ne kadar komisyon aldığını kıskanıyordu. Neyin yanlış olduğunu anlamadım çünkü işimde iyiydim ve yaptığı ekstra onu farklı kılan hiçbir şey yoktu ve neredeyse beş yıl boyunca ona kendimi ifade etme cesaretini toplayamadım. Bir gün beni gezdirirken ona bazı ipuçları vermesi için yalvardım ve ondan bir şeyler öğrenmeyi tercih ettim ama o işte daha iyi olduğumu söyledi ve bu da kafamı daha da karıştırdı çünkü belli ki o daha iyiydi. Birçok konuşmadan sonra, kendisine iyi şanslar büyüsü yapan DR WALE hakkında bilgi verdi ve bu onu istisnai yapan şeydi. Bana onun bağlantısını verdi ve onunla konuşmamı ve benden ne yapmamı isterse onu yapmamı istedi. Yedi ay oldu ve ilk evimi yeni aldım ve ikiz kızlarımı üniversiteye gönderecek kadar para biriktirdim. Paramparça ve evsizdim ve bu kadar yakında bir evim olacağını asla hayal edemezdim. Teşekkürler DR WALE. Ondan yardım isteyin ve izniyle doğrudan iletişim numarasını WhatsApp / Viber : +2347054019402 VEYA E-posta : drwalespellhome@gmail.com bırakıyorum

    YanıtlaSil