BINEFŞA NARİN HİKAYESİ

..

 

BINEFŞ ‘A NARİN

                        (Nazlı Bınefş hatun ve Cebri Bey )      

 

    Aşiretler arasındaki orijinal adı Cebri Ukeylidir. Cebri bey ve Bınefş hatunun aşkı aşiretler arasında çok meşhur ve geniş yer kaplar. Ne zaman meydana geldiği meçhul olmakla beraber. Olayın mahiyeti ve cereyan şekli dillere destan bir aşkın tezahürüdür. Bekli de tarihte ne Ferhat ile şirin ne de Kerem ile aslının aşkı hatta leyla ile mecnunun aşkları bile Cebri beyin aşkı yanında bir hiç mesabesindedir. Bu aşk üzerine yüzlerce beste yazılmış ve türetilmiştir. Hakikaten etkilenmemek mümkün değildir. Zira Bınefş hatunun Bir aşk uğruna Beşikteki oğlunu terk etmesi büyük bir fedakârlığı gerektirir. Cebri bey 12000 çadırlı Ükeyil aşiretinin reisi Bınefş ise tamamen Göçer Bir aşiretten olup belirli bir yaylak sahası yoktur.  Feris ağanın kızıdır. Olayı fazla uzatmadan Ünlü Suriyeli şair Bozan Ahmedin yorumundan hep beraber okuyalım.

 

 

       Cebri Ukeyl’i anlatıyor:

            Sabahın erken saatlerinde geniş bir sahraya varmıştım. Yolculuğumun galiba yedinci senesi idi. Bınefş hatunun aşkına 12000 çadırlı Ukeyl aşiretinin reisliğini ve aşiretimi yüzüstü bırakmıştım. Onların başına Omuk adında bir gevende dikmiştim. Annem ve babam yaşlı idi. Aşirete reislik yapamazlardı. Bınefş hanımın babasının bana bu ihaneti yapacağını aklımın ucundan bile geçirmemiştim. Tam 7 yıl önce evine misafir olup örf ve adetler çerçevesinde Bınefş’i istedim. Babası direterek başlık istedi. Ama ben Bınefş Hanım uğruna tüm servetimi feris beye verdim. Sadece altın olarak verdiğim 70.000 adetti. 100 deve 600 koyun 150 kat kız elbisesi, 150 kat erkek elbisesi, 800 adet gümüş gelin tacı, 150 adet dobra dobra gerdanlık vermiştim. Evet, bir serveti feris beyin önüne yığdım. Yeter ki Bınefş hatunla evleneyim diye. Bütün dünya malını da gerektiğinde döke bilirdim. Fakat bir sabah kalktığımda Feris beyin çadırlarının yerinde yeller esiyordu. Adam hiyanet ederek göçüp kayıplara karışmıştı. İşte tam yedinci yıldır ki diyar, diyar Bınefş hatunu arıyordum. Hala izine rastlamış değilim. Şimdi yeni bir sahraya ayakbastım ümit varım. Bulacağım düşüncesi bende hâkim. Sahra sabahın erken saatlerinde çiçeklerle bezenmiş. Allah’ım sanki cennetin bir köşesi gökten dünya yüzüne inmiş. Menekşeler, papatyalar yerin rengini al yeşil kırmızıya çevirmiş, sabahın düşen çiğ damlaları çiçeklerin üzerinde birer güneş parçacığı gibi su’le vermekte. Adeta Misk Anber kokusu her tarafa yayılmış vaziyette. Sanki birileri bu saharaya reyhan ve iğde kokularını hususi serpiştirmiş. Bana küçüklüğümü hatırlatıyor. Vay canına benki 12000 çadırlık ukeyil aşiretinin reisi idim. Reislik çadırım 36 adım uzunlukta idi. Günde binlerce dava benim dizlerimin önünde halledilirdi. Danışma meclisleri, Arfe geceleri, Misafir ve fakirler. Yolunu şaşırmış seyyahlar. İstirhata çekilmiş Kervanlar Acı kahve sabaha kadar bitmez devamlı dağıtılırdı. Şimdi durmadan rabbime dua ediyorum. Allah’ım ne olur kimseyi böyle bir aşka müptela etme. Ne kadar zor, ne karar yakıcı, ne kadar insanı gün be gün eriten bir illet.   Gözüme hiçbir şey görünmüyor. Yıllardır yol yürüyorum. Ayaklarımın parmakları diken ve yaralarla dolmuş, parmaklarımın ucundan kanlar akmakta. Bir çoban suretine girmişim. Sırtımda bir çobanlık keçesi elimde bir asa. Yedi yıldır diyar diyar gezmekteyim. Bir tek haber almış değilim Bınefş hatundan.

         Yarabbi eğer herkesin kaderi ve aşkı benimki gibi olacaksa vara ahrette veya mezarda olsa veya diyari mahşere kalsa bundan daha iyidir.

         Artık yürüyecek takatim konuşacak gücüm kalmamıştı Bitkin ve yaralı idim. Sahrada bir iki tepeyi daha debelene debelene geçtim. Yüksek bir tepenin üzerinde etrafımı gözetlemeye çalışırken epey uzakta binlerce siyah çadırın kurulduğu bir aşireti gördüm. Sevinmiştim. Allahım Beklide Bınefş hatunun içinde olduğu aşiretti. Artık rüyam yedi yıllık aşkım gerçek mi olacaktı. O yaralı ve dikenlerle dolmuş çıplak ayaklarla çadırlara doğru yürümeye başladım. Hangi Çadırın Aşiret reisine ait olduğunu biliyordum. Doğruca çadırların arasından süzülerek reisin çadırına vardım. Allah ım Muhteşem bir çadırdı. Adeta Zannedersin Pusula ile kıblesi tespit edilmiş bir mabetti. Altı direkli kırk adım uzunluğunda idi. Altına has yünden yapılmış keçeler serilmiş, keçelerin üzerine ise acem halıları açılmıştı. Artık kuşluk vakti idi. Acı kahve gümgümleri bir insanın bedenini andırıyordu.  Kahveyi pişiren ateşin dumanı sabahın serinliğinde yedi kat göğe kadar yükselmişti. Servanlar (Hizmetçi)  Kahve dibeğinin önüne oturmuş deve tezeklerini yavaş yavaş ateşe veriyorlardı. Keçe ve acem halılarının etrafına has yünden yapılmış kadife yastıklar düzdürülmüştü. Tıpkı benim bir zamanlar sahip olduğum reislik çadırından farksızdı. Bir an seyrederek gözlerimle çadırın güzelliğini süzdüm. Derin bir ateş Ciğerimi yakarak burnuma kadar yükseldi. Vücut ısıma ellerim bile dayanamıyordu. Allah’ım Eğer herkesin kaderi benimki gibi olacaksa vara Ahiret te veya mezarda veya diyari mahşerde olsa daha iyi idi.

    Dayanamayarak kahve dibeğinin önüne diz çöktüm hemen bir fincan acı kahveyi bir yudumda içerek aşağı mideye indirdim. Servan dayanamayarak ikinci fincanı doldurarak manalı bakışlar arasında bana tekrar uzattı. Günlerdir kahve yüzü görmemiştim. O anda bir kadının arka tarafımdan geldiğini hissettim. Servanlar hemen ayağa kalkarak ellerini bağladılar. Farkında olmuştum. Herhalde Aşiretin reisi geldi dedim. Zorla inleyerek bende ayağa kalktım ve arkama doğru döndüm. Gelen evin herhalde hatunu idi.

           Muhteşem bir güzelliği vardı. Başına  dobra altınlardan yapılmış bir tac giymişti. Tacın altın zincirleri dudaklarının kenarına kadar iniyordu. Bir kaftan giymişti, Acem şalından daha kaliteli ve güzeldi. Beline bir gümüş kemer bağlamıştı ki bir parçası karnının yan tarafını yararak dizine kadar aşağı sarkıyordu. Giydiği sıkma elbisesinin ön tarafını gümüş paralarla süslemiş her biri bir başka sü’le ve renk veriyordu. Narin bir beli, uzun bir bedeni onu selvi ağacından daha ince ve narin, zarif gösteriyordu. Her iki bileğine taktığı Mahmudi bilezikler güneşin ışığından dahada sert göz kamaştırıyordu. Yüzü adeta şengal dağlarının karından daha beyaz ve latifti. İnce ve narin bir boğazı vardı ki bir siyah üzüm tanesi yutarsa eminim göğüslerine kadar üzüm habbesinin gidişini seyrede bilirdin. Burnunun kenarına taktığı pırpırlı hızmanın pırpırlarına yakut taşı takmıştı. Pırpırlar tam dudaklarının üzerine kadar uzanıyordu. Dudaklarının altında işlenmiş dövmeler karın üzerindeki siyah noktalar gibi görünüyordu. Bir peri kızı bir cin dilberi, bir cennet hurisi mi idi acaba. Elleri sıcak veya soğuk suya hiç mi değmemişti bu kadının. Dudakları açılıp dişlerini görünce adeta Karacadağ pirinci zannettim. O kadar muhteşem dizili ve beyazdı. Eline Hezaren ağacından bir baston almıştı. Adeta tabur ve bölüğe emir veren bir bir erkânı harb zabitine benziyordu.

       Bana dikkatlice bakarak başımdan ta ayaklarıma kadar birkaç defa süzdü. Bu ne haldir yabancı dedi.  Mahv olmuş, mezara götürülen 7 yıl verem hastalığı çekmiş cenazeye benzemişsin. Ama simandan senin başıboş biri olacağını zannetmiyorum. Bak beyim eğer binlerce kişi öldürmüş ve mahkûm olarak bu çadıra sığınmışsan bil ki kurtuldun. Hiç gam yeme. Burada 24000 çadırın hepsini senin uğruna feda ederim. Yok, eğer zalim dünya malı ve fakirlik seni bu hale koymuş sa bil ki bu saatten sonra seni himayeme aldım. O yönden hiç kederlenme. Yok, eğer senin başına Bir aşk olayı gelmiş ise ve sen Cebri ukayil gibi bir âşıksan Korkma senin sevgilini kendi elimle bulup sana teslim edeceğim. Yalnız Allah İçin bana doğruyu söyleyeceksin. Sezdiğim kadarı ile senin siman her ne kadar çoban kılığına girmişsen de Çobana benzemiyor. Bıyıkların bir reisin bıyıklarına, ayakta duruşun bir reis duruşuna benziyor.  Sen çoban değilsin. Bak kahve fincanını tutuşun bile bir ağa bir bey tutuşu. Benden saklama fakat senin bu güzellik ve yakışıklılığın bana birini hatırlatıyor. Sen Cebri ukayli değimlisin? Yoksa Bir melek misin Bu kadar yakışıklı bu kadar güzel bu kadar temiz bir yaratılış ancak Bınefş hatunun göz nuru Cebriden başkasıda olamaz.

        Aniden vurulmuşa dönmüştüm. Bacım, ablam, hatunum dedim. Allah için benimle şakalaşma Beni üzüyorsun. Ben kim cebri ukeyli kim.Biliyorum o cebri dediğini tanıyorum. Çoban arkadaşlardan duymuştum. Çok yakışıklı imiş. Feris ağa nın kızı bınefşe âşıkmış. Yedi yıldır onu arıyormuş. O bir âşık. Ben ise kendi halinde fakir bir çobanım. İnanki günlerdir kursağımdan bir lokma ekmek,  bir damla su geçmiş değildir. Bir sürü çocuk ve gözümün nuru hanımımı ellerin aşiretinde tek başına yetim bırakmışım. Gece gündüz rızkımın peşinde gezmiyorum. Yüce Allah rızkı dilediğine verir. Ne yazık ki ben ise bundan çok az pay alanım. Bir çobanlık arıyorum. Daha çalışıp rızkımı toplayacak evime yuvama dönüp çocuklarıma elbise ayakkabı alacağım. Hatun benimle dalga geçme. Bilir misin şimdi bizim aşiretin içine sabah erken Halep attarları (ÇERÇİ) dalmış türlü sebze, eşya ve şekerleri pazarlıyorlar. Benim çocuklarım ise annelerinin yanına koşup. Anne ne olur bizede şeker al diye ağlaşıyor. Fakir anneleri: Yavrum sabredin babanız gurbete çıktı. Şimdi çobanlıktan kazandığı paraları getirir. Bende size şeker alırım diye çocuklarımı avutmaktadır. Hatunum beni mazur gör. Ben nerede Cebri nerede. Sen bana varsa eğer çobanlık ver sana hizmet edeyim. Çocuklarımı helal mal ile besleyeyim. Elin aşkından bana ne!

        Hatun cebrinin bu konuşması karşısında hayır dedi. Sen çoban olamazsın. Beyim senin siman, duruşun çoban duruşu değildir. Beyim Bak şu ayak parmaklarının her birinde bir yara peydah olmuş. Ayakların Ovanın ağzın dikenleri ile dolmuş. Kimi yaralarına kem ve irin karışmış vaziyette. Hele bunların sırası değil. Kalk benimle Harem çadırına gel. Yaralarını kendi ellerimle tedavi edeyim. Hamama gir ve tertemiz yıkan. Biraz istirahat et. Sen bana Allah ın gönderdiği mukaddes misafirsin. Sakın bana itiraz etme. Allah bilir itirazlara tahammul edemem. Yoksa gazabıma gelir cesedini dağların eteğindeki akbabalara yem ederim.

           Hakikaten bir yok uğruna hayatıma son verebilirdi. Gözleri dönmüştü adeta. Beni alıp harem çadırına götürdü. Allahım galiba başıma bir bela, bir musibet gelmiş gibi idi. Kadının gözü dönmüştü. Beni önce hamama yiterek kapıda beklemeye başladı. Üzerime biraz su dökerek Çıktım. Kapıda kanatimce Ölmüş kocasının elbiseleri ile beraber bekliyordu. Elbiseleri bana giydirerek sonra Harem çadırına beraber geçtik. Çadırın köşesine dört ayaklı Bir taht kurmuşlardı. Üzerine damatlık perdeleri örtülü idi. Oturduğum müddetçe her doğu rüzgârı hafifçe esmeye başlayınca mis anber kokuları perdelerden üzerimize saçılıyordu. Sanki Atarlarda satılan tüm kokyular bu örtülü perdelere serpilmişti. Kokuların tesirinden kıblenin hangi tarafta olduğunu bile şaşırmış aklım başımdan gitmişti. Dünya artık gözlerime halburun altı kadar küçük görünüyordu. Ben kendi kendime işte tamam aşiretin reisinin otağı budur dedim. Ne yapacak adam benim gibi âşık değil ya sabahın erken saatinde kalkıp ne işle meşgul olacak. Zaten adamın emri altında 25000 çadırlı aşiret var. Eğer hanımını da severek almışsa elbette öğleye kadar yatar. Fakat Nasıl olurda Aşiret reisinin otağına benim gibi bir çoban getirilir. Tabi kuşkularım sürekli değişiyordu. Kendi kendime: Hayır bu aşiret reisi olamaz beklide bu bir kızdır. Yâda Reisin kızıdır. Ben daha bu kuşkular içinde düşünürken yanımdaki hatun kalkarak Otağa doğru yürüyüp ipekten yapılmış perdeleri araladı ve Vedduha kızım kalk sabahtır. Uyanma zamanıdır. Kızım eğer uyku işe yarasaydı. Ölülerin işine yarardı. Kızım hele bir gözlerini aç. Bugün daha dua ettiğinin birinci günü. Senin duan ne tez Allah katında kabul edildi. Kızım hatırlıyormusun sen daha dün aynanın karşısına geçerek bana şöyle seslenmiştin: Anne acaba yeryüzünde benden daha güzeli var mıdır? Herhalde bu sözün yüce Allahın zoruna gitti. Ama ben sana demedim mi kızım mağrurlanma. Mağrurlanan ve kibirlenenlerin atı hep topal olup başkalarının arkasından gider. İnsan ne kadar yüksek uçarsa o kadar alçalır. Kızım Allah yerini yurdunu dağıta sıca kalk hele bir gör. Yeryüzüne bir melek çoban suretinde inmiş işte karşında babanın evinde oturuyor. Kızım eğer sen ve o ikiniz yan yana aynanın karşısına durursanız kendinizi yoklarsanız. İnan o biraz senden daha güzel ve yakışıklı görünecektir. Kızım ben sabahtan beri gönlümde ve hayalimde yüzlerce kale yapıp yüzlercesini yıkıyorum ve Allahıma yalvarıyorum. Yarabbi eğer kızım ve güzelim Wedduha mın yeryüzünde bir kaderi varsa o da şu gence olsun. Eğer yok bu genç olmayacaksa seninle beraber rahmet diyarına, toprağın altına gömülsün.

           Ben kız ile annesine bakıyordum. Zannedersin ki bahar vakti Harman dövme zamanı yakın olurda Asil atları çayıra bağlarsın. Çayırda güç ve kuvvet bulan asil at aniden dişi atın kokusunu alır. O zaman zincirleri kırarak hiç kimseyi dinlemeden kokunun tarafına hücum eder. Zincirinin sesi sendifinin hışırtısı nal sesleri sabah serinliğini kaplar. Adeta o asil at bu oturduğum çadıra girmiş gibi. Ve bir de baktım ki perde açılarak perdenin arkasından bir kız indi. Aman Allahım dobralı ve karem dilli bir şalvar giymiş. Altın zincirle gümüş takılar göksüne kadar sarkmış. Sanki altın gerdan sarmaşık otudur hani kavak ağacına sarılmış gibi tüm vücudunu sarmış Göğüsler, gerdanlık ve beden bir selvi ağacını andırıyor. Başında bir tac var ama üç adet yakut taşı ile süslenmiş. Tacın yaprakları ta omzuna kadar inmiş, Simasına ve güzelliğine baktığın zaman hal ve hareket senden kesiliyor Adeta. Yanaklarının üzerinde bulunan saçlar gözlerine doğru hafifçe sallanır vaziyette. Gözler Sim siyah ve kulaklara doğru kuyruklu adeta. Alnı bembeyaz ve şengal karı misali parlıyor.  Tıpkı on dördüncü günde bulutsuz bir gecede görünen ay gibi.  Çene dövmelerle süslenmiş. Dudaklar bir yay gibi ve kalın. Burun adeta bir şahin burnundan faksız. Burnunun kenarına bir hızma takmış beyaz altından olsa gerek. Aynı hızma ya ince narin bir zincir bağlamış zincirin başında ki elmas dudaklarının ucuna kadar inmiş vaziyette. Dişler Karacadağ pirincinden farksız ve bembeyaz. Adeta fıratın suyu, yâda kırk pınarın leziz suları ile sulanmış. Bir boğazı var adeta Cami ve mabetleri süsleyen kandiller gibi. Bir siyah üzüm tanesini yutarsa âdete göğsünün ortasına kadar görünür o kadar beyaz o kadar berrak. Bir kâfir bile onun güzeliliği karşısında eminim ki şahadet kelimesi getirip Müslüman olur. Oda diğer hanım gibi eline hezaren bir baston almış adeta erkânı harb komutanı gibi. Yani kimin başına dikilirse kol ve kanatları kırılır, başı döner yere çöker. Ben bir yandan kıza bakıp bunları düşünürken benim reislik çadırım,  otağım hatırıma gelmiş ağlamaya başlamıştım. Allah’ım ben cebri ukeyli idim. On dört bin çadırlı ukeyli aşiretinin reisi idim. şimdi bana doğru gelen bu yabancı kızın önünden kalkacak mıydım? Fakat şunu da biliyordum ki reis kızlarının kelimeleri dilerinin altında değil ağızlarının boşluğundadır. Eğer bunun önünden kalmazsam bana ters bir cümle sarf eder. Artık ölene kadar kalbimin bir köşesinde keder olur, dert olur, verem olur bu dertle inler dururum.

            Yarabi benim kaderim niye siyah taşa siyah yazı ile yazıldı.  Hem yazısı kara, hem kâğıdı kara. Korkarım bu aşk benimle gider öbür dünyaya belki mezara. Yarab bi sen gazaba gelirsen insana bir taş vurur diğerini tepesinde bekletirsin.  Ben yoksulluk elbisesini giymiş çoban kığlına bürünmüş bu hallere düşecek bir günah mı işledim.

           Kız bana doğru gelince istemeyerek ağaya kalktım.  Çobanlık keçemi kapıp yere serdim. Hanım efendi dedim: ikramımız başımızı yesin. Çobanların en güzel sergisi işte bu gördüğün çobanlık keçesidir. Buyur gel üzerine otur. Kız bana yönelip dediki: Çobanlar medrese okumuş mektep bitirmiş değiler. Ey yakışıklı sen bu ahlakı, feraseti nereden aldın. Hem sen kendi başına kormadan bir reisin harem çadırına geçmişsin. Eğer Allah’tan korkmasaydım şimdi dört genci çağırır, cesedini paramparça eder kurda kuşa yem ederdim.  Sen hangi otağın hizmetçisisin? Galiba kız gayet kibirli ve kendisini beğenen bir tip olsa gerek. Birde baktım ki annesi iki eliyile kızını alabildiğine göksünden yiterek: sen kimsin ben seni hiç tanımıyorum. Seni ücretle tutmadım mı? Bana çadır bezi döşeyecektin. Harem çadırının temizliğini yapacaktın. Şimdi bu genç de zannediyor ki sen benim kızımsın. Ben sana git otağımda tahtımın üzerinde yat dedim mi? Pişman mı oldum. Birde baktım ki anne ve kız bir birlerine girişip yitişip birbirlerini tekmelemeye başladılar. Fakat ne yazık ki gençlerin kuvveti daha fazladır. Kız utanmadan annesini yitip çadır direğine yapıştırdı. Benim kolumdan tutup doğruca otağa tahtı üzerine götürdü ve bana orada dönerek dedi ki.  Bak çoban ben el ve ayaklarına baktım simanı gördüğüm zaman senden şüphelenmeye başladım. Bu kadar yakışıklı bu kadar güzellik sahibi bir genç ömrümde görmedim. Allahın ve peygamberinin huzurunda bana doğru söyleyeceksin. Bu eller çobandeğneği tutmuş değildir. Bu omuzlar çoban keçesi giymiş değildir. Sen Cebri ukeyli değimlisin. Duyduk ki yedi yıldır Bınefş hanımın arkasına düşmüş aşkını arıyormuş Ama seni görünce kolum kanatlarım kırıldı. Senin bahtına düştüm beni yüzüstü bırakma. Bana böyle dedi ve çeyiz sandığına yöneldi. Kendi eliyle diktiği reislik elbiseni bana giydirdi. Ben elbiseleri giyince diz çöküp iki elime sarıldı. Sen Cebri ukeyli den başkası değilsin. Senin aşkını bu topraklar üstünde duymayanlar kaldımı ki. Cebri sen biliyor musun ki her aşiret kızı seni bir defa görmek için sabahlara kadar hayaller kurar. Senin yakışıklılığın güzellik ve zarifliğin zozanları yaylaları doldurmuş. Cebri sen hala Bınefş’in arkasından koşuyorsun. Bu nasıl aşk ki seni aşiretinden, anneden, babadan ayrı düşürmüş, seni bir çoban kığlına koymuş.

               Kız Bınefş’ten bahsedince acı bir ateş yüreğimde beydah olup burnumun ucundan bir duman gibi çıktı gözyaşlarım üst üste yanaklarımın üstüne akmaya başladı. Kız benim ağladığımı görünce: korkma beni sana vermeye- ceklerinden mi korkuyor ve ağlıyorsun. Eğer dünya malından sıkıntın varsa çekinme babamın tüm servetini sana veririm. Eğer oda benim başlığıma yetmese şu boynumdaki gerdanlığı da sana veririm. Onunda başlığımın üstüne koy beni törelere göre iste ve gelin yap. Eğer beni yine sana vermezlerse Onunda çaresi var. Gece olunca babamın asil atını ahırından söker ikimiz biner ve kaçarız. Korkma. İnsanın ömrü bin yılda olsa bir gün ölmeyecek mi? Yok eğer gerçekten doğru söylüyorsan ve sen bir çoban isen yine korkma bugünden itibaren seni çobanlığa tutmuşum. Sürülerimizi yayar yatsıdan sonra çadırlara döndüğün zaman kimse görmeden otağıma gelirsin sabaha kadar seninle sevişir ta sabah nazmına kadar. O zaman yine sürelerini yaylaya çıkarır otlatırsın. Yok, eğer çobanlıkta yapmayacak- san şimdi evin servanlarını çağırırım. Ona bize kahve getir derim. O bana kahveyi uzatınca elimi çeker kahve fincanımı düşürürüm. Bunu kendime hakaret kabul eder onu kovar seni onun yerine servan olarak aldırırım. Gündüzleri Reis çadırına hizmet eder gece yarısı olunca otağıma gelir- sin. Yine beraber keyif ve zevkimize bakarız. Yok, eğer dediğim gibi Cebri isen ve ferıs ağanın kızı Binefş’i arıyorsan işte bak bana. Ben ondan daha güzelim. Ve şunuda bilki seni zorlada olsa bu çadırımın altından bırakmam.

             Ben hatun dedim. Sen beni kim zannediyorsun. Allah ve peygamber aşkına senden rica ediyorum. Zaten bin yerden yarlıyım. Anamdan doğdum doğalı iyi bir gün görmedim. Hep keder ve üzüntü içinde büyüdüm. Yoksulluk bağrımı delmiş cin çarpmışa dönmüş, feleğin sillesini yemiş bir insanım. Birde senin gibi bir hatunun sillesini yemeyiyim. Ben Cebri değilim. Ömrümde bir defa olsun Cebri’yi görmüş değilim. Bir sürü çoluk çocuğum var. Hepsi perişan vaziyette. Hanımımı yâd ellerde tek başına bıraktım. Senden rica ediyorum. Beni bırak. Benim ağlamam bu gözyaşlarım işte bundandır. Ne olur beni bırak gidip bir çobanlık arıyacağım.

            Fakat ne yazık ki kız beni o gece bırakmadı. Gece yarısı olmuş başımın ucunda düşence ve hayallere dalmıştı. Birden kalktı ve servanı çağırdı. Bize acı kahve getir dedi. Servan acı kahveyi getirip önümüze bıraktı. Ben kahve dibeği ile kahve fincanlarını doldururken o beni seyrediyordu. Benim fincanı almamdan ve kahve içme biçimimden şüphelenmiş olacak ki aniden üzerime atlayıp bana sarıldı. Ben iki elerini kendimden uzaklaştırmaya çalıştım. Hanım, hatun ben cebri değilim dedim. Kız o kadar dolduruşa gelmişki bastonunu eline alarak, kim olursan ol. Bu saat ten sonra tutuklusun dedi. Bunun aşiret reisi hareminde ve bir reis kızının yanında ne manaya geldiğini çok iyi biliyordum. Çar naçar o geceyi orada geçirmeye karar verdim. Kızçağız kaçağımı tahmin ettiği için elbiselerimizi sıkıca birbirine dikmişti. Gece diktiği yeri hançerimle yırtarak eski elbiselerimi giyip evden kaçtım öğleye doğru büyük bir yaylaya varmıştım. Vadinin içinde bir çoban sırtını kayaya vermiş öyle bir kaval çalıyordu ki, ovanın tümkaya ve taşları adeta onu seyre kalkmıştı. Yanına varıp selam verdim. Selamımı almadı. Duymadı bile. O hala kaval çalıyordu. Kanlı gözyaşları ise yavaş yavaş bıyıklarının üstüne damlıyordu. Bir süre çaldıktan sonra ayağa kaktı. Bana el verdi. Yüzüme dik dik baktı. Birkaç defa başımdan ayaklarıma kadar süzdü kusura bakma dedi. Kardeş derdim çok büyük. Vedduha diye bir kıza âşık oldum. Onun yüzünden 7000 çadırlık mavali aşiret reisliğini bıraktım. Yedi yıldır sadece bir gün yüzünü görmek için onun aşiretinin sürülerini yayıyorum.  Ama hala görmüş değilim. Dertliyim kederliyim. Bence bu aşk benimle ta mezara kadar gidecek. Tek tesellim şu gördüğün kavalımdır. İşte ağlayışım ondandır. Ama ey yolcu hal ve hareketin ile duruşundan seninde âşık biri olduğunu tahmin ediyorumBaşına dert gelen hekimdir. Hatta çobanlar arasında aşkı her zaman anlatılan Cebri Ukayli ye çok benziyorsun. Bak sana bir müjde verebilirim. Eğer sen Cebri ukayli isen Korkma bence artık aşkına yakın bir bölgede ve yerdesin. Benim aşkımın olacağını tahmin etmiyorum. Ama senin aşkın şu tepenin arkasında. Belki biliyorsun. Binefş’i kocaya vermişler. Bir çocuğu olmuş ismini senin aşkın uğruna senin ismini koymuş Adı Cebri. Fakat hala onun gönlü sende ve seni bekliyor. Zira her beriye geldikte kocası devreş’i nerrepeş’e karşı davranışlarında bunu açıkça görmekte idim. Devreş te bunun farkındadır. Bir kaç defa bunu bana da çeşitli sözlerle ima etmeye çalışmştır.  Kocası Devreş nerrepeş üç gündür çobanı terk ettiği için kendisi çobanlık yapmakta. Cebri bey şunu bilki senin aşkını bölgede bilmeyen duymayan kalmadı.

             Çoban nasıl beni tanımıştı bilmem ama çobana döndüm: Çoban kardeş iyilikler karşılıklıdır. Senin bana verdiğin bu haber dünya ve içindekilerden hepsinden kıymetlidir. Senin bu haberin beni o kadar mutlu etti ki bunu hiç bir kelime ve dille ifade etmem mümkün değildir. Bu iyiliğine karşı benim de sana bir iyiliğim olacaktır. Kardeş bende sana bir iyilik yapacağım yatsı namazına doğru sürüleri eve götür. Gece yarısı Vedduha' nın harem çadırına in yüzünü kapat ve deki: Hani dün gece seninle sözleşmiştik, beraber kaçaktık işte ben geldim. Haydi, söylediğin gibi babanın asil atını çıkar beraber kaçalım. Aman yüzünü gösterme. Onu gece yarısı çadırlardan uzaklaştır. Sabah olunca herhalde seni tanıyacak sonrasını bilemem kendi derdine ağlasın. Çoban benim bu haberim üzerine o kadar sevindi ki ellerime eğilerek öpmek istedi. Artık benim içimde son noktaya geldiğim gibi bir hiss uyanmıştı. Çobanın işaret ettiği yere doğru yola çıktım. O kadar heyecanlı idim ki bütün vucudum tir tir titriyordu. Fakat Acaba çobanın dediği doğru mu idi. Gerçekten hala beni seviyor mu idi. Peki ben evli ve başkasının nikâhı altında bulunan bir kadına nasıl aşk gözü ile bakacaktım. Allahım sen Aşk denen bu illeti ne kadar tatlı yaratmışsın. Yarabbi bu nasıl bir his ve kuvvet ki beni anamdan babamdan aşiretimden ayırdı. Gözlerin Bınefş hatundan başkasını görmez, Onun isminden bahsedildiği vakit yanı başımda konuşulan hiç bir şeyi kulaklarım duymaz. Bu nasıl bir hikmet ki aşk denen bu illet karşısında gözler görmez kulaklar işitmez diller konuşmaz olur. Bir saatlik bir yolculuktan sonra yüksek bir tepenin üzerine çıkmıştım. Hemen ayaklarımın altında tepelerden sonra yeniden başlayan ucusuz bucaksız bir ova ve ovanın ortasına kurulmuş binlerce çadır. Çadırlardan göklere doğru yükselen dumanlar. O kadar etkileyici bir manzara ki saatlerce seyretmek içimden geliyor. Hemen yakınımda 18 direk üzerine kurulmuş bir bey çadırı ve üzerine asılmış bir bayrak görünüyür. Herhalde Devreş in çadırı olacak. Yavaş yavaş çadıra doğru yürümeye başladım. Öğle vaktini az bir şey geçmek üzere idi. Çadırın kenarına vardığım vakit evin hanımı acı kahveyi hazırlamış Beriye çıkmak üzere son hazırlıkları yapıyordu. Günlerdir böyle bir çadırın altında bir acı kahve içmeye hasrettim. Derhal kahvenin ateşinin yanına oturarak kendim bir kahve doldurup kuruyan dudaklarımın üzerine götürüyordum kı arkamdan birinin geldiğini hissettim. Derhal yüzümü örterek ayağa kalktım. Yarabb Yamacımda Duran Bınefş’a narin idi. kötü ve renksiz bir elbise giymişti. Başındaki küfi de ne Altın ne de gümüş süslemeler vardı. Fakat hala ayın on dördü kadar parlak ve güzeldi. Bana kimsin çadırımıza niçin izinsiz girdin dedi. Ben bir çobanım duydum ki Çobanınız sizi terk etmiş Bende çobanlık arayan bir fakirim. Eğer reis bey kabul ederse sizin çobanlığınızı yapmaya talibim dedim. Böyle deyince Bınefş: Bu gün Allah’tan ne isteseydim kabul olacakmış galiba. Daha sabah erken saatlerde: yarabbi bu taraflara doğru çobanlık arayan biri gelseydi de Devreşin riyaset elbisesi ile dağlara çoban olarak gitmesi sona erseydi dedim. Allah sizi gönderdi. Tabi çobana ihtiyacımız var. Günlerdir Devreş Bey dağlarda çobanlık yapmaktadır.

       Aslında çok sevinmiştim. Bu sayede Bınefş’ın beni sevip sevmediğini de öğrenmiş olacaktım. Yarım saat gibi bir zaman sonra Kadınlar ve kızlar beriye çıkmak için hazırlanmışlardı. Bende onların arkasından yürüyerek hepimiz yola koyulduk 20 dakikalık bir yolculuktan sonra sürülerin bulunduğu yaylağa varmıştık. Yüzlerce çoban ve sürü bölgenin ve yaylağın tümünü kaplamıştı. Sağılacak koyunlar toplanıp sağma işlemi başlamıştı. Devreş Beriden biraz uzakta daha yeni sabah kahvaltısının üzerine oturmuş yemek yiyordu. Bende koyunları toplayarak kadınlara yardım etmeye çalışıyordum. Dikkat çekmememsi için Bınefşin yüsüne fazla bakmamaya çalışıyordum. Böylerce günler geceleri kovalıyordu. Koyun sürülerini çadırlara getirmiyor Şefederi denen gelenek gereği dağlarda geceliyor ancak sulama amacıyla Kuyuların başına gidiyorduk. ik ay gibi bir süre içinde Devreş bana o kadar güvenmiş olacak ki artık Kadın ve kızlar ile Beriye gelmeye bile gerek duymuyordu. Fakat benim sabrım tükenmeye başlamıştı. Bu iki ay süre ile kesinlikle yüzümü Bınefş’e göstermedim. Hala beni sevip sevmediğini bilemiyordum. Bir gün Kuyunun başında koyun sürülerini sularken kendisi ile beraber kuyunun başına getirdiği küçük oğlu cebri ağlamaya başlamış susmayınca hizmetli cariye onu çağırarak çocuğun ağlamasının kesilmediğini söylemiş o da çocuğun yanına giderek: ağlama yavrum küçük Cebrim büyük cebriye kurban olasın. Babamın gözleri kör olsun. Yurdumu yuvamı dağıttı. Beni aşkıma hayalimdekine vermedi de ne olduğu belirsiz bu aptala verdi. İki adam tutup koyun sürülerini sulayacak kadar cimri herifin biri. Günlerdir çoban tutmamak için kendisi çobanlık etmeye bile razı oldu. Diye bir ninni dinledim. O anda ağlamaya başlamış gözyaşlarımı görmemesi için silmeye çalışıyordum. O da ağlıyordu. İnci kadar berrak yaşlar yanaklarının üzerine iniyordu. Artık hala o aşkı taşıdığını benim gibi hala aşk ateşi ile yanıp tutuştuğunu yakından görmüştüm. Devrisi gün beriye gelişinde koyun sürülerinin başını tutmaya karar verdim. Artık kendimi gösterecektim. Cariyelerden birine Beride koyunların başını sağmak için benim tutacağımı söyledim. O gün benim için başka bir gündü. Koyunlar toplanınca Koyun berisinin başına geçtim. Ben koyunların başını tutuyor Biri hizmetli diğeri Bınefş olmak üzere iki kişi koyunları sağıyordu. Ben bir elimle hafifçe belimdeki hançerin kılıfının üzerini açtım. Beyaz altın kaplama kılıfın güneşe karşı yansıyan ışığını Sağma ölbünün(bir çeşit süt sağılan leğen) üzerine yansıttım. Tıpkı bir ayna gibi şule yansıyınca Bınefş önce bu şulenin nereden geldiğini araştırdı. Başını kaldırp benden geldiğini sezince direk kamanın kılıfına baktı. O benim kamanın kılıfını ve hançerimi çok iyi tanıyordu.

           Önce afalladı. Tekrar koyunu sağmaya devam etti. Şulenin devam ettiğini görünce tekrar baktı. Gözlerimi ona çevirerek dikkatlice bakıp hafifçe yüzümü açmaya çalıştım. Birden başını tuttu hafifçe yana eğilerek kolunun üstüne yere yığıldı. Koyunları bırakmıştım. Üzerine hücum edercesine eğildim kucağıma aldığım gibi beri den bir kaç adım uzaklaştırıp Çobanlık keçemin üstüne uzattım. O anda hizmetli kadılarda koşup gelmişti. Civarda bulunan bir kaç kadında koşarak geldi. Ben yine yüzümü sakladım. Kadınlar gelince onlardan biraz uzaklaşıp oturdum. Yüreğim ağzıma gelmişti. Gözlerimden yaşlar akmaya başlamış hüngür hüngür ağlıyordum. Az sonra Bınefş ayılmış kadınlara: bir şeyim yok biraz başım döndü o kadar deyip tekrar beriye döndü. O günden itibaren bir kaç defa gizlice görüştüm. Her şeyi yapmaya hazırdı. Bir gün beraberce bir plan hazırladık O çadırlara dönerek Benim hasta olduğumu devreş e söyleyerek benim evde kalmamı sağlayacaktı ve devreşe koyunları gütmeyi emredecekti. Böylece ikimiz kaçacaktık. Bir gün sonra Bınefş Küçük oğlu Cebrinın bir parmağını hafifçe yaralayarak sabaha kadar ağlatmış O gece devreşi yatırmamış devrisi sabah benim hasta olduğumu, Koyunların peşinden gidemeyeceğimi anlatmış, böylece Devreş’i Dağa göndermişti. Devreş yanıma geldiğinde karın üstü uzanmış iniltiler içinde ağlıyor gibi yapıyordum. Devreş benim perişan halimi görünce iki adam çağırarak beni eve taşımalarını ve bana bazı otlardan ilaç yapılıp verilmesini tavsiye etti. Artık çadırın altında idim. Gece karanlığı basınca Bınefş Devreşin Ahırından iki at çıkardı İkimiz ata binerek Ukayil aşiretine doğru hızla yola çıktık. İki gün sonra Aşiretime varmıştım. Annem ve babamın ikiside vefat etmişti. Kabile reisleri derhal etrafıma toplandı. Benim bu hareketimin yanlış olduğunu söylediler. Ben onlara Devreş Bınefş’i boşamayana kadar onunla evlenmeyeceğime söz verdim Fakat Devreş bu tartışmaya fırsat vermeden iki gece Aşiretime kendi aşireti ile baskın verdi.  Gece sabaha kadar birbirimizle savaştık Sabah olunca Devreşin öldürüldüğü ortaya çıkınca Aşireti barış istedi. Öldürülen adamları saydık Onlar tarafında ölen 27 kişi fazla çıktı. Kan pahalarını vererek barış sağladık. dört ay iddetten sonra Muhteşem bir düğün tertipleyip evlendik.         Beyler Aşk Allah ın İnsan nesline verdiği bir hikmettir. Hiç bir şey aşk kadar tatlı değildir. Fakat hiç bir şey Onun kadar acıda değildir.

 O öyle bir duygudur ki.  Onu kelimeler anlatamaz. Aşk öyle bir şeyki yerleştiği yerde Allahtan başka kimse bulunmaz. Oda insanın kalbidir.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder