MIKAİLİ, MİKAİLİ AŞİRETİ

Mikaililer  Süleymani aşiretler gurubundan olan ünlü Caf aşiretinin bir koludur. İlk dönemlerinde Kuzey Irak,Bağdat ve mahabat  yörelerinde göçebe hayatı yaşayan bir aşiret olarak  tanınır.

Bu büyük aşiretin göçebe gurupları Kışı Xelikan yöresindeki yüksek yerlerler ile Şirvan nehrinin  güney kıyılarına kadar uzanan Kızılribat bölgesinde geçirirler.

İlkbaharda ise Şehresor'a gelir ve oradan da Pencewin yolunu takip ederek İran topraklarındaki Sine(Sinendec) cıvarına yerleşirler. hayvanlarını otlatarak Şehrizur sahrasına gelirler; orada bir ay kadar eğlendikten sonra İran’da Senendic toprağına gidip güz mevsimine kadar kalırlar. Güz başlarında yine Şehrizur’a, oradan da tekrar muhtelif yerlerdeki kışlaklarına geri dönerler.(M.HURŞİD, 237)

Muhammed  Zeki Emin Beg verdiği bilgilere gore Mikalililer  1931 yılı verilerine göre 2000  aileden oluşmaktaydı.

Mikaililer  gibi Caf aşiretinden ayrılan diğer aşiretler  şunlardır.Kubat, Babacani, Weledbeg, Enaxi,Emani, Darwaş, Dıléteze, Mirbegi,Dıt!yri,Namdarbegi, Tayşe, Kadirveysi,Nayrizi, ve şerefbiyani oymaklarıdır. bu oymakların hepsi bir birinden bağımsızdırlar. Şafii mezhebine bağlıdırlar.

Mikaililer Türkiyede Muş Bulanık ilçesi Örenkend(Eski İsmi Xerabeşehir.Bu Köyde Mala Şewéş oldukça köklu ve etkin  bir ailedir), Bulanık Merkezi Van, Ağrı ,Doğubeyazıt ve Batı Anadoluda Adapazarı merkezde, Ankara Haymana ve Polatlı ilçelerinde yaşarlar.Taşlıçay Aydın Bitlisin tatvan ilçesi  ve  Bursada yaşayan aileler mevcuttur.

Ankara  Polatlı(İnler Köyü) ,Haymana ve Kırşehir’in bazı köylerine  1780 yılında sürüldüğü ifade edilse de inler köyü kabristanındaki mezar taşlarında   mikalili olupta 1750  yılında vefat eden şahısların bilgisine rastlanmıştır. Hatta  en eski taşlardan birinde, Mikaili aşireti hanedanından Hacı İbrahimzade Osman Efendi’nin 1868 yılında vefat ettiği yazılıdır. Hacı Osman Efendinin dedesinin vefat yılı ise 1842'dir. Bazı Kaynaklar Haymana ilçesindeki kürt reislerinden Mikailili Ali Şir Bey’in Haymana  İlçe İdare Merkezinin azası olduğunu Ancak Kanunsuz  ve halka zulme dayanan hareketlerinden dolayı halkın  o dönemde vermiş olduğu şikayet arzuhali dilekçelerinden anlaşılmıştır.

Mikaililer Hamidiye Alaylarında fiilen katılmışlardır. Alaylara Karakilise ve Diyadin  bölgesinden  175 suvari ve 325 Piyadeden müteşekkil 500 kişilik destek vermişleridir. Ayrıca Mikalililerin  temelini attığı Polatlının inler köyünün de 1921 Yılındaki  Sakarya savaşına  tüm köy halkı olarak  tam tekmil katılmışlardır. Atatürkün söz konusu savaşta kaburgasından yaralandığı ve bu köye tedavi edildiği  rivayet edilmektedir.

Bir başka Fransız araştırmacısı olan Vital Cuinet 1890-1894 yılları arasında birkaç ciltten oluşan Asya Türkiyesi adlı dev bir araştırma kaleme aldı. Bu çalışmasının birinci cildinde Mikalililerin  göçebe hayatı bırakıp yerleşik hayata geçtiklerini, tarım  ve hayvancılığın  bu aşiretin temel geçim kaynağı olduğunu yazar.

HAMİDİYE ALAYLARINDA MİKAİLİLER


 

Sultan Abdulhamit'in Kurmuş olduğu  Hamidiye Alaylarında Mikaililer 500  kişi ile Fiilen katkı vermişlerdir. Mikaililerin bu alaylara vermiş olduğu asker sayısı ve bölgesel dağılımı aşağıda verildiği şekilde olmuştur.

Aşiret İsmi             

Mikaili

Görev Bölgesi

Karakilise, Diyadin

Süvari  

   175

Piyade  

   325

Toplam 

   500

 

 

Mikaili aşiretinin yetiştirdiği en büyük şahsiyetlerden biride Nakşibendi tarikatını Hindistandan Bağdata getiren Ünlü Mevlana Halidi Bağdadi veya diğer adı ile Mevlana Halid-i Kürdidir.

KISACA  MİKAİLİ AŞİRETİNDEN MEVLANA HALİD-BAĞDADİYİ TANIYALIM:


Mevlana Halid-i Bağdadinin Türbesi

Mevlana Halid-i Bağdadi, 1770-1827 yılları arasında Bağdat’ta yaşamış ve Kadiri dergahında eğitim görmüş bir Mevlevi’dir. Bağdadi, “Abdülkadir Geylani”nin el verdiği bir kimse olarak da bilinmektedir. Bu özelliği ile Halidilik ve Geylanilik, Müslümanlık’ta birbiriyle bağıntılı bir tarikat gibi görünmüştür. Ancak, daha sonra, Hazreti Hızır’dan ders aldığını ve onunla “Alemleri, ilahi katları birlikte gezerek öğrendiğini” bildiren Bağdadi, bir tarikat olmayan, ancak bir bilim ve sevgi birliği olarak tanımlanabilecek “Halidi Öğretisi” ileGeylanilik’ten ayrılmıştır.

Bağdadi ve Halidilik tarikatı ile ilgili olarak dilimizde yayınlanmış olan üç eser biliyoruz:                                                Bunlar, “Halidiye Risalesi”, “Mecd-i Talid” (Büyük Doğuş) ve“Şemsü’s Şümus” (Güneşler Güneşi) isimli eserlerdir (K43). Yakup Çiçek tarafından dilimize çevrilen bu eserlerde, Bağdadi’nin doğum tarihi, Hicri 1190 (Miladi 1776) ve Hicri 1193 (Miladi 1779) olarak verilmiştir. Ölüm tarihi ise, Hicri 1242 (Miladi 1827) dir. Bağdadi’nin yaşam öyküsünü, söz konusu eserlerden aktararak kısaca sunuyoruz:

Bağdadi, Irak’ta, Süleymaniye’ye sekiz kilometre uzaklıktaki Karadağ kasabasında doğmuş ve orada büyümüştür. Zamanın ünlü hoca ve alimlerinden eğitim görmüş, Arapça ve Farsça nazım ve nesirdeki üstünlüğü ile en önde gelen belagat alimleri seviyesine yükselmiştir. Daha sonra, eğitimi için uzak yerlere giderek, oralarda ilmini daha yüksek mertebelere çıkarmıştır.

Bağdadi, tanınan ve takdir edilen ilmi kişiliğinin yanısıra, üstün ahlak ve “takva”sı ile de her zaman dikkati çeken bir özelliğe sahipti. “Ledunni” (kaynağı Kur’an’da gizli) bilimlere son derece vakıf olup, bu konularda o zamanın ileri gelen üstadlarından da daha ileri bir derecede bulunmaktaydı. Üstün bir zekaya, güçlü bir hafızaya ve derin bir anlayışa sahipti. Bununla birlikte, hocalarına karşı kendini küçük ve aciz gösterir; bildiği halde bilmeyen bir kimse gibi davranırdı. Bu, bir anlamda, yaptığı hayrı, iyiliği duyurmak istemeyen; ancak, yaptığı menfi bir hareketi de gizlemeye çalışmayan kimse anlamına gelen “Melami” davranışıydı. Herkes tarafından sevilen, pek sabırlı, kanaatkar ve pek muhterem bir kişiydi. Daima ruhani bir cezbe, ağlama ve tefekkür halinde bulunan Bağdadi Hazretleri, manen kemale ermiş üstün bir kişiliğe sahipti.

Bağdadi’nin, Hicri 1220 yılında Medine-i Münevvere’yi ziyareti sırasında başından geçen ilginç bir olayı kendi ağzından dinleyelim:

“Medine-i Münevvere’de, “salih”lerden biri ile karşılaşıp, özellikle irşadım konusunda faydalanmak istiyordum. Bir gün, Yemenli, “istikamet sahibi”, alim ve amil bir zatla karşılaştım. Hiç bir şey bilmeyen bir kişinin, büyük bir alimden nasihat istemesindeki tavrını takınarak, bana öğüt vermesini talep ettim. Bir çok nasihatte bulundu ve sonunda şöyle dedi: “Mekke-i Mükerreme’de, zahiri görünüşü şeriata ters düşse bile, gördüğün her şeye hemen karşı çıkmaya kalkışma”. Mekke-i Mükerreme’ye vardığımda, bir cuma günü, bir deve kurban eden kişinin eciri kadar sevaba nail olmak için, Mescid-i Haram’a erkenden geldim. Kabe’ye karşı oturup “Delail” okumaya başladım. Bu sırada, siyah sakallı, gösterişsiz, basit bir kıyafet giymiş bir adamın geldiğini ve sırtını Kabe’nin duvarına dayayıp, yüzünü bana çevirdiğini gördüm. İçimden, “Bu adam Kabe’ye karşı edep dışı davranıyor” diye düşündüm. Bu düşüncemin akabinde, o adam bana şunları söyledi: “Be adam! Sen bilmiyormusun, Allah katında mümine hürmet, Kabe’ye hürmetten daha üstündür. Tutup da, benim Kabe’ye sırtımı dönüp, yüzümü sana çevirmeme itiraz ediyorsun. Hem sen Medine’de yapılan nasihati ne çabuk unuttun”. Bu sözler üzerine, onun kesinlikle büyük bir “veli” olduğunu anladım ve hemen ellerine kapandım. Özür dileyerek beni irşad etmesini istedim. O da, “Senin irşadın bu diyarda değildir” deyip, eliyle Hindistan tarafını işaret etti. “Sana bu yönden işaret gelecektir ve irşadın orada olacaktır” diyerek sözünü tamamladı.”

Bağdadi, bu olaydan dört yıl sonra, Hicri 1224 yılında Hindistan’ın Cihanabad şehrine giderek, orada Şeyh Abdullah Dehlevi Hazretleri’nin mürşidliğinde Nakşibendi tarikatının eğitimine girer. Orada bir yıl kadar kaldıktan sonra, Şeyh Hazretleri, ona, “velayeti ikmal ettiğini”, dirayet ve tam bir vukufla “sülukunu” tamamladığını bildirir ve “irşad icazeti”verir. Hilafetin en üst derecesi olan “Hilafet-i Temme” ile onu beş tarikatta halife yapar. Bu tarikatlar, Nakşibendi, Kadiri, Sühreverdi, Kübrevi ve Çeşti’dir. Dönüşünde, Şeyh Hazretleri onunla birlikte yedi kilometre yürüyerek Bağdadi’yi yolcu eder. Bağdadi, seyahat ettiği beş gün süresince, yemez, içmez; vaktini sadece ibadet ve zikirle geçirir. Beşinci gün, Şiraz yakınlarındaki bir limandan İsfahan’a geçer. Uğradığı her yerde, insanları hidayete davet eder. Hemedan ve Semedüc’e gelir. Senedüc’de kaldığı süre içinde,matematik, geometri, astronomi ve coğrafya tahsil eder. Hicri 1226’da, nihayet Süleymaniye’ye ulaşır. Bundan iki yıl sonra, Hicri 1228 yılında Bağdat’a yerleşen Bağdadi, burada on yıl kadar kaldıktan sonra, Hicri 1238 yılında, müridleri, “etraf-ı iyali” ve halifeleriyle birlikte Şam’a yerleşir. Kaldığı her yerde, kalabalık insan gruplarının izdihamı içersinde, bir çok alim ve emir onu ziyarete gelir. Gelenleri, tefsir, hadis, tasavvuf, fıkıh ve çeşitli ilmi konularda yetiştirmeye çalışır, irşad eder. Kudüs, Halep ve Irak’ın tamamı, özellikleBağdat, Basra, Kerkük, Erbil, İmadiye ve Cezire bölgeleri; Güneydoğu Anadolu, özellikle Mardin, Gaziantep, Urfa ve Diyarbakır bölgeleri; ayrıca, Hindistan, Afganistan, Maveraünnehir, Mısır, Amman ve Mağrip (Batı ülkeleri) halkından pek çok kimse onun müridi olmuşlardır.

Mevlana Halid-i Bağdadi, Hicri 1242 (Miladi 1827) yılında, “Zilkade”nin 14. Cuma gecesi, Taun hastalığından vefat etmiştir. Kabri, Şam’da, Salihiye’de olup, Müslümanlar’ın ziyaretine açıktır.(Kaynak:www.hanifislam.com)

Hazırlayan:MEMEDÊ KAZIM

www.semskiasireti.com

Araştırmalarımız sürüyor. İlaveler yapılacaktır.


UYARI: Bu sitedeki bütün materyallerin her hakkı saklıdır. İzin alınmadan ve kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz ve kopyalamak suretiyle elektronik ortamda kullanılamaz ve kitaplaştırılamaz.

Not:Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir. Yazılan yorumlardan www.semskiasireti.com hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz...




BU SAYFA İÇİN YAPILAN YORUMLAR


Dr Mikaili tarafından sitenizde bir habere yorum yapıldı.

Email : drfyildiz@hotmail.de
Başlık : Anadoludaki Mikaililerin gelis tarihleri
Yorum: Selamünaleyküm... Yaziniz icin elinize emeginize saglik. müsaadenizle iyi bildigimi düsündügüm konuda bazi düzeltmeler de bulunmak istiyorum; Mikaililerin 1855 de geldigi tarih kesinlikle hic bir gercege uymamaktadir .Köyümüz mezarligindaki dedemin dedesi olan Haciibrahimzade Haci Osman Efendi ,nin vefat tarihi 1868 .dir burada yazdiginiz 1799 ancak dogum tarihi olabilir ,ki kaynagi Tarih Icinde Polatli kitabidir .ve de tasi yanlis okumustur. H.Osman Efendi nin dedesinin mezarida köydedir ve de 1841 de vefat ettigi yazilidir. Köy camisi de yine H.Osman Efendi tarafindan 1842 de yapilmistir. Asiret de bizim verilerimize göre 1780 lerde Polatli Haymana civarina varmistir. Zirki ,Rutan, Baziki ve Canbeglerle beraber buraya göcetmislerdir. Ben 8 .ci nesilim. Saygilarimla

Admin: Sayın Dr.Mikaili, Bu değerli katkılarınız için sonsuz teşekkürler


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder