YAŞAMI BOYUNCA YÜZ HİÇ GÜLMEYEN GÜZE ÇİLÊ'NIN DRAMI

Dramatik bir yaşamı olan, Çilé Şemskanlı Sofi Mehmet ile Zeynep’in kızıdır. Hicri:1311 (Miladi:1893) yılında Ermenistanın Başkent’i Erivan’ın Tezekend Beldesinde ailenin ilk çocuğu olarak dünya geldi. Daha 7 yaşında iken babası Sofi Mehmet’in yanında kur’an dersleri aldı. Oldukça güzel ve gösterişli fiziği sayesinde daha 13 yaşını bitirdiği sırada Sofi Seyyadé Sano ile evlendirilmişti. Aslında Sofi Seyyad ile evlilik hikayeleri oldukça ilginçtir. Sofi Çileden yaklaşık 18 ile 20 yaş daha büyüktür. Çile daha 1 yaşında iken annesi Zeynep onu uyutup ekmek pişirmek için tandırın başında oturuken Çile ağlamaya başlamış, Zeynep o sırada orada bulunan Seyyad’a rica etmiş Çileyi beşikten al getir diye. Seyyad parmağını Çile’nin kundağı’nın ipine takarak getirip annesine verirken espri olsun diye Ne kadar küçük bir bebek doğurdun be yenge, çarığım bile bebeğinden daha büyük demiş.(Kundağ: bebeklerin uyurken içinde sarıldığı geniş, işlemeli veya sade bez parçası) Bunun üzerine Zeynep öyle olsun madem öyle diyorsun. Ama unutma Çile büyüyecek, çok güzel bir kız olacak, ve sen ona gönlünü kaptırdığında onu sana vermeyeceğim diyerek esprisi ne espri ile karşılık vermiş. Meğer Cenab-ı Allah ikisinin de kaderini bir yazmış, Çile daha 11 yaşında iken gelişip serpilmiş, güzelliği , feraseti, ve ahlakı ile 20 yaşında bir genç kız intibası verir hale gelmiş. Bu yaşta onu istemeye gelenlerden biri kalkıp diğeri otururmuş, nihayetinde Babası Sofi Mehmet Ermenisinden, Rus’una, Yezidisin den Türkmen’ine kadar gelip Çileyi isteyenlerden kendini kurtarmakta güçlük çekiyormuş. Hatta yazın Elegez yaylasında iken zaman zaman Gerek Ermenilerin ve gerekse diğer kabilelerden insanlar yaylayı basıp Çileyi kaçırmaya yeltenmişler. Her defasında Sofi Mehmet Çileyi Kilim ve halılara Sararak yatak istifinin arkasına veya üstüne koyarak gizleyip onlara göstermezmiş. Hatta Sofi Mehmet yaylaya giderken veya yayladan dönerken çilenin güzelliğini gizlemek için yüzünü tencerenin is’i ile siyaha boyayıp yolculuk yapıyormuş. Nihayetinde Sofi Mehmet işin sonunun iyi olmayacağını anlayınca tek çare olarak,öteden beri Çileye ilgi duyan ve hala bekar olan Seyyad’da vermeye karar verir. Seyyad’ın babası Sano kardeşi Sofi Mehmet’ten Çileyi ister. Sofi Mehmet bunun çok uygun olacağını düşünerek, kardeşinin oğlu olan Seyyad’ı yaşı büyük olmasına rağmen çevirmeyerek kabul eder ve Çile’yi 13 yaşında iken verir. Çile 14 yaşında iken ilk çocuğu Mirsevdin’i dünyaya getirir. 2 yıl sonra’da Ahmed’i (Seydayé Mele Ahmedé Sofi Seyyad olarak ün yapmıştır.) ardından da Başé ve Hanife isimli kızlarını dünyaya getirmiştir.İşte kader böylece ilginç bir şekilde tecelli etmiş oluyordu. Çile hayatını Seyyad ile 1917 yılına kadar Erivan’da geçirmiş, akabinde 9.tümenin Kafkaslardan çekilmesi ile Ermenistan,Azerbaycan ve Kafkasların yönetimi Ruslara geçmişti. Bunu fırsat bilen Ermeniler Rusların da desteğini alınca bölgedeki Müslüman Kürtlere eziyet etmeye, mallarını gasp etmeye, kız ve kadınlarını rahatsız etmeye başladılar. Aile büyükleri burada yaşamanın imkansız olduğunu anlayınca, göç etmeye karar verdiler ve 1917 yılının Temmuz ayında hazırlıklarını tamamlayarak Türkiye topraklarına göç ettiler. Uzun Meşakkatli ve yorucu yolculuktan aylar sonra, önce Bitlis’in Tatvan İlçesinin Kotum (Küçüksu) köyüne, ardından Patnos’un Kosa köyüne, bir müddet sonrada Muş’un Bulanık İlçesinin Mescitli köyüne göç ettiler. Muhacir olarak geldikleri topraklarda Ermenilerden boşalan köylere yerleşen sofi Seyad ve çile Bir Müddet sonra Kekeli (kırkgöze) Köyüne göç ettiler. Sofi Seyyad’ın erken vefatı üzerine Çilé için hayat’ın bütün yükü çekilmez hale gelmişti. Zaman Zaman Kardeşi Abdulhadi bazen de Sofi Seyyad’ın amcaları kendilerine yardım eli uzattılar ancak, bu durum onların yaşama şartlarını bir türlü iyileştiremedi.
Bütün yük Çile ile küçük oğlu Ahmed’in sırtında idi. Çünkü Büyük oğlu Mirsevdin doğum esnasında geçirdiği havale nedeni ile ancak ayakta yürüyebiliyordu. Kızlarından Başé ise amcasının oğlu Hasan ile yaptığı evlilikten bir yıl sonra hayatını kaybetmişti. Çile diğer kızı Hanifeyi’de erken yaşta evlendirdikten sonra Ahmed ve Mirsevdin ile beraber yaşamaya başladı. Ahmed hem medrese eğitimi alıyor hem de bir yandan ailesine bakıyordu. Bu arada Oğlu Ahmedi evlendiren Çile, ekonomik sıkıntılar nedeni ile burada yaşama şanslarının hiç olamayacağını düşünerek, Adana’ya pamuk tarlalarında çalışmaya gitmeye karar verdi ve oğulları Mirsevdin ve Ahmed’i yanına alarak 1946 yılında Adana’ya göç etti.
Adana’da çalışma fırsatı buldular ancak alışık olmadıkları güney sıcağı ve salgın hale gelen sıtma hastalığından dolayı çocuklarını yanına alarak 1949 yılının sonlarına doğru Adana’dan ayrılarak, Meyafarqin’e (Silvan) göç ettiler. Ancak burada da bir süre sonra yaşam şartlarının gerek ekonomik gerekse iklimsel bakımından uygun olmaması nedeni ile 1950 yılında Bitlis’in Güroymak (Norşin) ilçesine taşınarak Seydayé Tağe’nin oğlu Şeyh Masum’un dergahına sığınarak hem dergah’a hizmet ediyor hemde Ahmed’in medrese eğitimini burada tamamlamasını sağlıyordu.
Burada 1961 yılına kadar hizmet ettiler, Ahmedin evliliğinden bir çocuğu oldu ancak kısa süre sonra çocuk hayatını kaybetti. Bundan sonra Ahmed ne ilk eşinden ne de ikinci eşinden çocuk sahibi olamadı. Mirsevdin ise evlenecek veya aile bakacak sağlık ve sıhhat’te değildi. Yani özet olarak, Küçük yaşlarda evlendirilen Çile hayatın bunca acımasızlığı karşısında hiçbir zaman isyan etmedi hep Allaha şükretti. Ancak çok istediği torun sevgisi yaşayamadı. Ömrü hep yoksulluk ve göçler ile geçti.
Nitekim Çile Norşin’den ayrılarak 1961 yılında Mele Ahmed’in Muş’un Bulanık ilçesinin Piran (Göztepe) köyüne imam olması ile buraya göç etti. 28 Şubat 1965 yılında vefat eden kardeşi Abdulhadi’nin Cenazesi sırasında yaktığı ağıtları hala dillerde dolaşır. 1971 yılında Bulanık’ın Söğütlü köyüne taşındıklarında artık Çilé 78 yaşına gelmişti. Gösterişli ve narin endamı, dillere destan güzelliği artık hayatın acımazsızlığı karşısında direncini yitirmişti.
Dayanacak gücü kalmayan Çile yataklara düştü ve Hayatın azgın girdabında yalnızlığın, çekilmez hüznünü hayatı boyunca çekti. Hayatının ilkbaharında, hüzün ve yokluğun gelini olmuş, yazın güzelliklerinin tadına varamadan sonbaharın damla damla toprağa işlediği dönemde gerçekleştiremediği hayallerini de yanına alarak 1971 yılının Kurban bayramında herkesin huzurunda kelime-i Şahadet getirerek hayata veda etti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder